DERSİMİZ TÜRKÇE(5)
Uzaklara dalıp giderken, düşünceler arasında kalan her ne varsa kendini dış dünyaya atmak için çaba sarf eder.
Bilinmezler diyarında yine bilinmezler arasında kaldığı vakit düştüğü her düşüncenin içerisinde kendine, önemli yer tutar.
Her can, günü geldiğinde yaşadığı dünyaya veda eder. Bunun önüne hiç kimse geçemez. Dünya malına iyi bakın, yüce Rabbimin bir tebessümüdür ancak bakınca sarhoş olmayın.
Kimbilir! Herkesin, yaşadığı ortamda bir derdi vardır.
Öyle ya! O dert ki, insanı kemirir durur. Fakat derdi olan zannetmesin ki, dünyada dertli olan sadece kendisidir.
Göz görür, kulak duyar. Ayak yürür, el iş yapar. Tüm bunlar bir canlının dünyada olması gerekenleridir.
Bakışlar bazen keskin bazen kırıcı bazen de, şefkat dolu olur. Anlatmak istenen bir çok konu bakışlarla anlatılırken, bir çok konuda dille ifade edilir.
Kırılan gönüller tamir edilirken, bıraktığı izler silinmez.
Zaman tünelinden tekrar geçelim. Bakalım zaman tüneli bizi bugün hangi anılara götürecek.
Zaman sayfasını açalım. Hangi anı bize göz kırparak yaklaşacak. O yaklaşan anıyı siz değerli okuyucularımla paylaşacağım.
Lise son sınıfındayım. Türkçe dersinin yerini edebiyat dersi aldı. Edebiyat dersini de Celal Hocam değil, Yaşar Mataracı veriyor. Yaşar Hocamı da Celal Hocam gibi seviyorum.
O yıllarda hatıra defteri modaydı. Gerek arkadaşlarına gerek öğretmenlere hatıra defteri yazdırılırdı. Yaşar Hocam beni hiç kırmazdı. Arkadaşlarımın hatıra defterlerini Yaşar hocama hep ben yazması için verirdim. Yaşar hocam beni kıramaz, yazmak zorunda kalırıd. Baş ucunda dikilip arkadaşımın ismini söylerdim.
Yaşar Hocamın şiir okuması, öğrencilerle olan diyalogu bir öğretmenin yapması gerektiği gibi.
Edebiyat kitabında bulunan her şiir benim defalarca okuduğum şiir olmasına rağmen derste dikkatle bıkmadan dinlediğim şiirler arasındadır.
Şiir bahçesinde dolaşmak benim en çok sevdiğim bahçelerden biridir. Edebiyat kitabında serbest okuma parçalarını da, okumayı oldukça severim. Onlarda benim hayatımın vazgeçilmezleri arasındadır.
Kısacası edebiyat dersini diğer derslerden daha çok severim.
Sonbahar yerini yavaş yavaş kış mevsimine bırakırken, hüzünlerde dondurucu soğukta doldu kaldı. Ağaçların kuru dalları beyaz örtünün altında kaldı. Güneş, tüm ışınlarını dünyaya gönderse de, ısıtamıyordu.
Herkes kalın giysiler içerisinde soğuktan korunmaya çalışırken, yaban hayvanları da, kendilerine sığınacak yer bulma çabası içerisinde olmaları kainatın özelliklerindedir.
İlkbahar, iyiden iyiye kendini hissttirmeye başladı. Nevruz kutlamaları en güzel şekilde kutlandıktan sonra 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı da, neşe ve coşku içerisinde kutlandı.
Bugünkü dersimiz edebiyattı. Hava oldukça sıcak sınıfın camları açıktı. Yaşar hocam her zaman ki sınıf yoklamasını yapıp hayat dersine başladı.
Okulun son günleri olduğunu, birkaç ay içerisinde liseyi bitirip yeni bir hayata başlayacağımızı, daha bir çok nasihat verdikten sonra derse başladık.
Ben her zaman ki gibi edebiyat kitabındaki şiirleri okumaya başladım. Dersle alakamı kestim. Yaşar Hocam beklemediğmi bir anda anlattığı konuyla ilgili soru sordu.
Cevap veremedim. Önce yüzüme baktı sonra “salak” dedi.
Bende, sıradaki kitaplarımı toplayıp hiç bir şey söylemeden sınıfın kapısını açıp çıktım. Arkamdan seslense de, umursamadım. Hem ağlıyor hemde yürüyordum.
Celal Hocam, beni fark ederek seslendi; “Duygu, Duygu!” ona da alıdırş etmeden yürüdüm. Okulun bahçesinde Celal Hocam iki öğrenciye beni durdurmalarını söyledi.
İki öğrenci önümde durdu. O arada Celal Hocam, bana yetişti. Tekrar ne olduğunu sordu.
Celal Hocamın yüzüne bakarak; “okulu bırakıyorum. Yaşar Hocam benim yerime diploma alsın.” Dedim.
Celal Hocam, önce sustu. Sonra “olmaz öyle şey. Ben hocanla konuşurum. Sorun ne ise hallederim.” Dedi
Tekrar Celal Hocamın yüzüne bakarak; “istemiyorum. Bana salak dedi. Salak, Yaşar hocamın kendisidir.” Dedim.
Celal Hocam, olan biteni anlatmamı istedi. Bir müddet suskun kaldıktan sonra olayı anlattım. Celal hocam, yine sakin ses tonuyla “tamam Duygu. Ben hocanla konuşurum. Gereken ne varsa yapacağım.” Dedi.
Cevap vermedim. Sadece eve gideceğimi söyledim. Celal Hocam, başıyla onayladı.
Eve geldiğimde anneme de, konuyu anlattım. Annem hemen Celal Hocayla konuşacağını söyledi.
Annem ve Celal Hocamın ısrarları beni tekrar okulla buluşturdu. Edebiyat dersine Celal Hocamla, birikte girdim.
Yaşar Hocam, kapıda beni görüce yanıma gelerek; “özür diliyorum. Bir genç kıza söylenmeyecek bir sözü söyledim.” Dedi.
Yüzüne baktım. Alçak sesle, “kabul etmiyorum.” Dedim.
Celal Hocam, araya girerek; “Duygu, bak öğretmenin senden özür diledi. Sende özrünü kabul et. Konu kapansın. Zaten birkaç ay sonra mezun olacaksın.” Dedi.
Celal hocamın yüzüne baktım ve “Celal Hocam sizin hatırınız için” dedim. Ancak dudaklarımdan ‘özür diliyorum’ kelimesi çıkmadı.
Celal Hocamın okuldaki idareciliği ve öğrencilerle olan tutumu elbette birkaç haftaya sığdırılacak kadar az değil. Ancak zaman tünelindeki zaman perdesini bu köşemde kapatıyorum.
Celal Hocam, mekanın cennet olsun.