Hasta Maçka
Korkunç bir patlama sesinden sonra gökyüzünü kara bulutlar kapladı. Gökyüzü doğum sancısı çeken bir kadının ızdırabını yansıtıyordu. Bulutların hareketleri sıklaşmış, birbiriyle çarpışan yağmur damlalarına dönüşmüştü. Bir anda yağmur durdu. Bulutların karanlığı çıkan güneşin ısısıyla beyaza, daha sonra masmavi gökyüzüne dönüştü.
Doğum gerçekleşmiş gibi güzeller güzeli esmer bir kız dere kenarına indi. Kar sularının oluşturduğu derede donmayan balıklar kızın uzun saçları karşısında donakalmıştı. Kızın bakışı her tarafı yeşile çevirmiş, doğa uykusundan uyanmıştı. Değişim başlamıştı artık doğada.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun tablolarını renklendirmesi gibi doğa rengarenge bürünmüş, bakışlar arasında şekilden şekile giriyordu. Yaprağın oluşumu, çiçeğin açılması, meyveye dönüşümü göz açıp kapatana kadar gerçekleşiyordu. İlahi kudret elini değdirmiş, mevsimi değiştirmişti. Soğuk sıcağa, dal yaprağa, çiçek meyveye, arı bala başlamıştı.
Hızlı dönüşüm Maçka’yı bir insan kalbine döndürmüştü. Zigana vadisi sol atrium’a, Sümela vadisi sağ atrium’a olmuştu. Köprübaşı aort kapağına, Hacevera sol ventrikül, Kanlıpelit sağ ventrikül gibiydi. Artık kalp tamamlanmış, Sümela deresi ve Meksila deresi kalbe olanca hızıyla kan taşıyordu. Her şey sağlıklı görünüyordu.
Bu kadar güzellikler sunulurken, bunlar bahşedilirken hasta bir türlü ayağa kalkmıyordu. Sanki verilenden çok daha fazlası alınıyordu hastadan. Bu oluşumun hiçbir anlamı kalmamıştı. Hasta, gün geçtikçe eriyor, bu güzelliklerini kaybediyordu.
Doğada oluşan mucizeler, insanlar üzerinde hiçbir olumlu etki yapmamıştı. İnsan yine olanca hızıyla ormanları kesmeye, bunu da ormanları korumakla yükümlü olanların işlerini inkar etmesiyle devam ediyordu. Kesim yerleri bir savaş alanına dönmüştü. Ancak bu savaşta hep ormanlar kaybediyordu; çünkü onları savunmakla yükümlü olan ne yazık ki ormanları kimsesizliğe terk etmiş, orman ordusunu çaresiz bir şekilde karşı tarafın inisiyatifine bırakmıştı.
Toprağı besleyen derelere bent çekilmiş, ondan faydalananların faydalanmaması için elden ne geliyorsa yapılıyordu. Doğa, bütün güzelliği vermeye devam etse de biz katletmeye, yok etmeye aynı hızla devam ediyorduk.
Rüya gibi hatıralar, her yaşamdan kalan anılar bir bir yok ediliyordu. Ne bulduysak kaybetmek, yok etmek için sanki söz birliği yapmışcasına davranıyorduk.
Hiçbir yere nasip olmamış tarihi eserleri yıllarca yok etmek için uzun uğraşlar veriyorduk. "Hazine bulacağım." diye kendisi hazine olan bu eserleri yok etmekten hiç çekinilmiyordu. "Bu dünyanın önemi yok; ömür bir gün kadar kısa!" diyenler tarafından yok ediliyordu kalbi besleyen damarlar!
Artık insanların düşünceleriyle davranışları birbirini tutmuyor, vicdan ise bedene ulaşamıyordu. Hasta Maçka daha da kötüye gidiyor, göreni bileni olmuyor.
Sanki kalp krizi geçirecek bir adamın geleceğinden habersiz bir şekilde yaşamına devam etmesini andırıyordu Maçka!
Kalp kriz geçirdi geçiriyor durumda olmamızla kimse ilgilenmiyor. "Yaşam hep böyle devam edecek." diye düşünüyorlardı. Yapılan bilinçsizlik yüzünden Maçka’nın damarları tıkanmış, belirti vermesine az kalmış olduğunu henüz anlayan yoktu. Kalp krizi geldi geliyordu.
Olsun ağlama değmez hayat bu göz yaşlarına der, kafamızı kuma gömer devam ederiz ölene kadar.
