Eskiden Maçka Daha Güzeldi!
Kışları uzun, yaylaları karlı, dağları sisli, ormanları puslu, yolları dardı. Eskiden Maçka daha kibardı. İnsanı az, ormanları sık, bir çuval un ile yaşam geçirilirdi. Yaşam için gereksinim azdı. Yüzler güleç, insanlar yardımsever, okunan kitap sayısı çok, yazanı boldu. Deresi çağlayanlı, balığı canlı, hayvanı uysal, suyu bol, insanı toktu. Eskiden Maçka’nın yangını yoktu.
Yayladan önce mezereye çıkılır, hayvanlar yayla havasına alıştırılırdı. Ayı armudu toplanmaz, ayılar aç bırakılmazdı. Yaban hayvanları yok sayılmazdı. Her şey zamanında yapılır, sıra atlanılmazdı. Kararlara uyulur, hiç kimse "Ben yaptım, oldu!" demezdi. Her şeyin açıklanılan bir mantığı, uyulan bir kuralı vardı. Su eşit paylaşılır, olan olmayana verirdi. Maçka’nın havası çok, çok, çok temizdi.
Denizi göreni az, hayal kuranı çoktu. Özlem ve istek sanatçı doğururdu. Resim yapanı, şiir ve kitap yazanı vardı. Engebeli yolları, güçlü kolları, hızlı koşanı, köyde okuyanı, hayvancılık yapanı, ormanı koruyanı, türkü söyleyeni, kemençe çalanı, buğday ekeni, kalay yapanı, pazar kuranı, sepet yapanı, semer satanı, boğa tutanı, balta yapanı, nal çakanı, herkese saygı duyanı vardı.
Hıra Alisi, Şeker Alisi, Beyaz Alisi vardı. Anlattıklarına doyum olmaz; anlattıkları dinleyenlere ders niteliğindeydi. Hayal kahramanları gibi yaşarlardı. Hepsi de doğaya aşıktı. Doğumları da ölümleri de doğada oldu. Yaylalar ağladı, köy bağırdı, Maçka gözyaşıyla sulandı. Doğadan geldiler, doğaya gittiler. Doğa anaydı, orman babaydı. Su hayat, toprak besin, taş yastıktı. Maçka’da eskiden orman kesimi yasaktı.
Ormanı koruyanlar canı malı gibi korurdular. Plansız kesimden korkardılar. Bir ağaç yanlış kesilse kolları kesildi sanırdılar. Orman babaydı ne isteseler alırdılar. Ormana saygı duyardılar. Şimdi ormanı korumakla görevliler ormanları kendi malları sandılar. Acımasızca canlarını aldılar. Ormanı korumakla yükümlü olanların anlattıklarına bakılırsa bizi de salak sandılar. Soruşturma olunca da yalana sarıldılar.
Sümela’nın güney tarafında derenin yüz metre üstünde Ayvavara diye bahçe vardı. Akşam ayı parlak, armudu ve elması kıtlaktı. Toplaması ortak, yenmesi mutlaktı. Kuzeyinde Mars ormanları, ormanın içinde Ruslardan kalan mermi kovanları. O zamandan kalan yüzlerce anı... Hepsi Mars ormanında dallarda, çamlarda, kayalıklarda, havada saklı. Ölenleri toprak altında farklı.
Derelerinde Meksila gölü, Mezbaha gölü, Santral gölü, Kazan gölü içlerinde Maçka’nın gönüllüleri... Hepsinde yüzme öğrenme telaşı... Burda yüzme öğrenemeyenlerin başlarında denize giremeyeceği belası...Trabzon’u görememe telaşı. Göle kayadan atlayan, yoldan atlayan, ağaçtan atlayan vardı. Bu göller her yaz bir festival havasındaydı. Dereler yüzme eğitim yuvasıydı.
Trabzonlu her hafta sonu ya Köprübaşı ya da Meksila mesire alanında bulurdu kendini. Mangallar kurulur, etler serilir, Meksila piknik alanına dönüşürdü. Ceviz ağaçlarının altı insanlarla örülür, herkes bir şeyi bölüşür, gelenler şimdi olmadığı kadar gülüşürdü. Derenin içine masa kurulur, ortasına karpuz koyulurdu. Dereye atılan ekmeklerle balıklar doyurulurdu. Gelen Chevrolet arabalara bakılır, hayaller kurulurdu.
Her çarşamba sinemada iki film olurdu. Ön sıralar yarış yaparcasına kapışılır, ön sırada yer bulamayanlar üzülerek arka sırada otururdu. Sinemada loca almak lüks sayılırdı. Lüks markalar bilinmez, herkesin giyimi aynı olurdu. Patlayan top atılmazdı. Patlayan top ortadan kesilerek alınan yeni top onun içine koyulurdu. Böylece top daha dayanıklı olurdu. Oynanan maçlar 'beşte haftayım onda biter' kuralına göre oynanırdı.
Daha çok sayarım. Yazımı burda bırakayım. Ancak ne dersem diyeyim Maçka özeldi. Kısacası kardeşim eskiden Maçka daha güzeldi.
