GÖZLER KÖR KULAKLAR SAĞIR OLMAMALI
Son zamlarla birlikte 1 kg. çayın fiyatı 70 TL oldu. Sadece çay fiyatı değil, tüm ürün fiyatları yüzde kırk, yüzde elli oranında artarken, vatandaş, ucuz ürün bulabilmek için market market dolaşıyor. Bütçesine uygun fiyat bulmak elbette her vatandaşın hakkıdır.
Ekonomi her geçen gün değişik hal alırken, kömür fiyatlarının artmasıyla, vatandaş gelecek kış ne yapacağını kara kara düşünmeye başladı. Apartman yöneticileri yaptıkları toplantılarla kömür fiyatlarını dile getirerek alternatif öneriler sunuyor.
Önümüz yaz olsa da, kışlık yakacak şimdiden hazırlanmalı. Kaloriferli apartmanların bir çoğunda soba borusu için baca bulunmamaktadır. Olan binaların soba borusu için baca kullanılmadığından zaman içerisinde kapatıldı.
Meyve sebze fiyatları deseniz, onlarda kendi çaplarında arttı gitti. Unlu mamuller rafları da müşterinin istediği fiyatın üzerinde olunca, alım gücü de, olmuyor. Şeker kendi başına ayrı bir alım satım içinde. Bir gün iner, bir gün çıkar. Belirsiz mi belirsiz. Sıvı yağa gelince bir müddet aynı fiyatta durur gibi oldu. Son zamla, o da nasibini aldı. Süt ürünlerine ve peynir fiyatlarına isterseniz hiç girmeyelim. Herkes aldığı ürünün fiyatını çok net bir şekilde bilmektedir.
Biz burada suçlu aramıyoruz. Sadece alım gücünün azaldığını açlık ve yoksulluk sınırının nerelerde olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Bir zamanlar cıvı cıvıl olan köyler, beldeler, bir şekilde boşaldı. Büyük kentlere göç edildi. Köylerde bakılan mallar yaz aylarında yaylalara çıkardı. Köyde kalanlar tarla, bağ bahçe işini yaparak kışlık erzaklar hazırlardı. Büyükbaş ve küçük baş hayvanlarla yaylaya gidenlerde, kışlık yağ ve peynirini hazırlardı.
Hayvanların kışın yiyecek otu da, biçilip güneş altında kurutulduktan sonra muhafaza edilecek samanlıklara taşınırdı. Bazı aileler patates, sebze ekimi de yapardı.
Her evde büyük baş hayvan sayısı en az sekiz olurdu. Bunun yanında kanatlı hayvan, tavuk da beslenirdi. Bir yandan süt, peynir, yoğurt, yağ, ayran, diğer yandan yumurta ve tavuk eti. Hiç birine para ödenmezdi. Lahana, pazı, marul, soğan, sarımsak, patates, mısır, fasulye, bezelye, pırasa, maydanoz, domates, salatalık, patlıcan, biber gibi sebzelere de para ödenmezdi. Herkes kendisi yetiştirirdi.
Gelelim meyveye. Her iki dedemde öğretmendi. Niyazi dedem, Akarsu’da, Abduurrahman dedem Hamsiköyde öğretmendi. Tavsiye üzerine 1946 yılında Maçka merkezde arazi satın aldılar. Her ikisi de emekli olduktan sonra bu araziye yerleştiler. Abdurrahman dedem arazinin belli yerlerine meyve fidanı dikti. Elma, hamur, İstanbul ve reçellik erik fidanı, elma, armut, ayva, hurma, incir, kiraz, karayemiş fidanları da dikti. Sabah ezanı okunur okunmaz, namazını kılar, fidanları sulamaya başlardı. Çeşit çeşit meyveler, olgunlaştığında, komşuya, gelen geçene ikram edilirdi. Her iki dedemin de bir arzusu vardı, meyve alınırken dalların kırılmamasıydı.
Abdurrahman dedem 1972 yılında bu dünyadan göçüp gitti. Diktiği meyveler günümüze kadar geldi. Hala O’nun diktiği hurma, incir, elma, ayva meyvelerini yiyoruz ve dağıtıyoruz. Diğer meyveler ne yazık ki kurudu gitti.
Şimdi, tarım yapıp bağ bahçe zamanıdır. Boşalan köyler yeniden şenlenmeli. Yaylalarda, ormanları kesmek yerine yeniden hayvancılığı canlandırıp, yaylalar eski konumuna getirilmelidir.
Herkes elini vicdanına koyup uzun uzun uzun düşünmeli!…
