15 ŞUBAT VE KÜLTÜR MERKEZİ
Maçka, düşman işgalinden kurtuluşunun 104. Yıl dönümünde yapımı biten kültür merkezide hizmete açıldı. Açılıştan önce Mehter takımı, söylediği marşlarla alana toplananları coşturdu.
Halk, büyük heyecan içerisinde kültür merkezinden içeri gidi.
Merdiven basamakları birer ikişer çıkıldı. Kültür merkezi bir anda kalabalıklaştı. İnsanlar öteye beriye koşturmaya başladı. Programın kutlanacağı salona geçmeden önce kütüphanenin açılışı gerçekleşti. Yine kalabalık insan topluluğu merdivenlerden indi.
Kalabalık arasında öyle kişiler vardı ki, ilk kez böyle bir kültür merkezine girdiği davranışlarından belli oluyordu.
Programın düzenleneceği salona girerken de, aynı nezaketsizlik devam etti. Her kim olursa olsun topluma girdiğinde davranışlarına dikkat edecek. Nezaket kurallarını bilip öğrenecek, görgü kurallarına ayak uyduracak. Gelişi güzel davranarak çevresini rahatsız etmeyecek. Keşke bu kültür merkezi daha önce yapılsaydı diyeceğim ancak 1968 yılından 1980 yılına kadar Maçka’da sinema salonu vardı. O yılları bilenler bilir. Bilmeyenlerde 15 Şubatta açılan kültür merkezi salonuna girerken bilmediklerini gösterdiler.
Bu çağda, bu yüzyılda nasıl bu cahillik olur? Doğrusu, anlamak çok zor. Okumaktan neden bu denli imtina ediliyor? Diyeceksiniz ki, kim okumuyor? Cevabı, kültür merkezinin açılışındaydı.
Her nedense çocukluğumun geçtiği sinema günlerini hatırladım. Sinemaya giden hanımlar ve beyler nezaket kuralları içerisinde daha önceden ayırdıkları localara giderlerdi. Sukut içerisinde filmi localarından izlerdi. Deniz Sineması, bugünkü belediye binasının yanındaki iki binanın olduğu yerdeydi.
Sinema salonunun girişinde bilet kesilen gişe mevcuttu. Sol tarafından üst kata çıkan merdivenler ve alt salona giden kapı vardı. Alt salonun arka tarafında localar, ön tarafında arka arkaya dizilen koltuklar vardı. Aynı localar üst katta mevcuttu. Üst kattaki localar genellikle aileler tarafından kiralanırdı. Üstteki localar, genellikle aynı kişiler tarafından kiralanırdı.
Film sessizlik içerisinde izlenirdi. Çocukların mısır patlağı yada kuruyemiş yeme özelliği her zaman vardı.
Kültür merkezinde, “Yeşilçam” adlı tiyatro oyununu izlerken arka koltukta oturanların mısır patlağı yerken çıkardıkları ses bir hayli ilgimi dağıttı. Bir de, buna yan tarafımda ki koltukta oturan beyin horlaması eklendi. Sanki hiç uyku görmemiş gibi oturduğu koltukta yatağında uyur gibi horlaması, beni çileden çıkardı. Bir yandan horlama sesi, diğer yanda kuruyemişlerin çıkardığı yeme sesi.
Bu görüntüler, tiyatro salonundan çok uzak görüntülerdi.
Oysa tiyatro oyunu izlenirken cep telefonları kapatılır, kuruyemiş yada benzeri yiyecekleri yenilmez. Tiyatro o anda canlı sergilenen bir oyundur. Oyuncular mikrofon kullanmaz, kendi sesleriyle rollerini yaparlar. Sinema daha farklıdır.
Sinema filmi izlenirken yenilen kuruyemişlerin sesi rahatsızlık vermez. Çünkü film, ses sistemiyle izleyiciyi beyaz perdeye odaklar. Tiyatro oyunuyla, sinema filmi arasındaki izleme farkını bilinmemesi bir insanlık ayıbıdır.
Amacım, insanları rencide edip hata bulmak değil, bilinmesi gereken kuralların öğrenilmesidir.
