EMANET
Telefon faturası yüksek gelince, ev halkı birbirine bakar. Ev reisi söze başlar; “ben telefon görüşmelerimi şirketten yaparım. Bu telefonla hiç konuşmam.” Der. Evin hanımı bankada çalıştığı için; “bende tüm görüşmelerimi bankadan yapıyorum. Ev telefonuyla kimseyi aramadım.” Deyince gözler evin kızına çevrildi. Evin kızı; “bana öyle bakmayın. Çalıştığım şirketin bana verdiği cep telefonuyla tüm görüşmelerimi yapıyorum.”der.
Bu sefer gözler evin oğluna çevrildi. “bende, tüm görüşmelerimi şirket telefonuyla sağlıyorum. Ev telefonuyla alakam yoktur.”
Deyince tüm gözler evin hizmetçine döndü. “aman canım herkes çalıştığı iş yerinin telefonunu kullanıyor.”
Hikayede olduğu gibi herkes çalıştığı iş yerinin telefonunu kullandı. Bir söz vardır, “iğneyi önce kendine batır, acımıyorsa, çuvaldızı arkadaşına batır.”
Bir başkasının malını acımadan kullanmak, zarar vermek ne kadar çirkin alışkanlıktır. Kendi malı olunca, korumaya geçenler, bir başkasının malını acımadan kullanmayı kendine hak görürler.
Hz. Ömer odasında çalışırken kapısı açılır yaşlı bir kadın içeri girerek, Hz Ömer’in yanına gider. Hz. Ömer yaşlı kadına bakarak, ne görüşeceğini sorar. Bu arada yanmakta olan lambayı söndürür. Yaşlı kadın özel görüşmek istediğini söyleyince Hz. Ömer, kendine ait olan lambayı yakar.
Bu inceliği herkes göstermeli. Devlet malı da olsa şahıs malı da olsa, hesaplı kullanılmalı. Her şeyden önce bir başkasına ait olanlar asla kendi menfaat doğrultusunda kullanılıp harcanmamalı.
Ne yazık ki, günümüzde bir başkasına ait olanlara saygı gösterilmeden kullanılıyor. Hak ve hukuk gözetmeksizin!
Emanete hıyanet etmek, hak yemektir.
“Yusuf adında bir gezgin bir Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına, Mısır’a gitti. Huzuruna varınca, önceleri iltifat görmedi. Sonra huzura kabul edildi ve Zünnûn-i Mısrî hazretlerine bir sene hizmet etti. Bir gün ona;
“ Ey üstat, sana bir sene hizmet ettim, artık hakkımı vermen gerekir. Benden iyi emanet edeceğin bir başka kimse olmayacağını bilirsin.”
Sükût etti. Ona cevap vermedi. Altı ay sonra bir tabağa konmuş ve bir mendile sarılmış bir şey çıkardı. Ona;
- Fustat’ta bulunan falan dostumuzu bilirsin değil mi?” diye sorunca;
- Evet, dedi.
- İşte bunu ona götür. dedi.
O da sarılı tabağı aldı, giderken;
- Zünnûn-i Mısrî gibi bir zat hediye gönderiyor. Acaba nedir, ne kadar kıymetlidir? diye düşündü. Merakını yenemeyerek tabağı açtı. İçinden bir fare fırladı ve kaçıp kayboldu. Bu duruma kızarak, Zünnûn-i Mısrî’nin yanına geldi.
Zünnûn-i Mısrî ona;
- Biz seni denedik. Sana bir fare emanet ettik, ona hıyanet ettin. Hiç sana İsm-i âzamı güvenip teslim edebilir miyim? dedi.”