Tarih: 06.06.2024 15:56

TİTRASU – 5

Facebook Twitter Linked-in

                                                  TİTRASU – 5

 

                 Su, pencerenin önünde saatlerce oturdu. Babasının bahçe kapısından çıkıp gittiğini görmüştü.  Geri dönmemesi için bildiği duaları okudu. Cişan'ı düşündü. Ne halde olduğunu merak etti. Ayağa kalkıp, kapıya koştu.  Kapının kolunu bir kaç defa salladı. Açmaya çalıştı ancak başaramadı. Tekrar pencereye doğru gitti. Sonra tekrar kapıya! Odanın içerisinde dolanıp durdu. Kapıyı açan olmadığı gibi halini soran olmadı. Babasının sözlerini hatırladıkça, yüreği daha da, sıkıştı. Nasıl bir baba olduğunu defalarca kendine soran Su,  son olaydan sonra babasını hiç af etmeyeceğine dair kendi kendine söz verdi. Tek düşündüğü Cişandı onunla birlikte kırlarda dolaşır, at yarışı yapar, üzüm bağlarında üzüm toplardı. Babası tüm bunları iki kardeşten kesmişti. 

Su öteye beriye bakarak; "bu odadan çıkmalıyım. Cişan'ı bulmalıyım. Pencere yüksek oradan atlayamam ama bir yolu olmalı. Babam dönene kadar çıkmalıyım. Ama nasıl?!"

Su, kendi kendine konuştuğu sırada odanın kapısı açıldı. Orta yaşlı kadın, elinde tepsiyle içeri girdi.  Yemek tepsisini pencerenin önündeki masanın üzerine bıraktı.

Su, hemen kapıya koştu. İki muhafızla karşılaşınca, geri döndü. Orta yaşlı kadın; "bir şeye ihtiyacın olursa, kapının önündeki muhafızlardan birine söyleyebilirsin. Ben yandaki odadayım."

Su, cevap vermedi. Kadın,  çıkacağı sırada Su, arkasından bağırarak; "bir dakika, bekleyin! Cişan, evet Cişan, o nerede? Ona da yemek getirdin mi? Onunla nasıl görüşebilirim?"

Kadın arkasını dönmeden; "Cişan'ın nerede olduğunu bilmiyorum. Siz yemeğinizi yiyin. Afiyet olsun."

Su, kilitlenen kapının  sesinden başka bir şey duymadı. 

                      Cişan, rutubet kokulu odanın içerisinde kapana sıkışmış gibi kendini hissediyordu. Penceresiz, odanın içerisinde ne yapacağını bilmez durumda, dolanıp duruyordu. "Kardeşim Su ne olmuştu? Babam onu nereye götürdü?"  Kendi kendine sorup duruyordu. 

Birden açılan kapıdan içeriye dört muhafız girdi. Cişan, onları görür görmez oturduğu sedirden ayağa kalktı. 

Muhafızlardan yaşlı olanı; "Cişan, talime gidiyoruz. Bundan böyle her sabah ve akşam talim yapacaksın." 

Cişan, "kim söyledi? Saat kaç? Su nerede?"

Muhafız, "Kral Mavigök'ün emri bu. Akşam talimi."

Cişan muhafızı tepeden tırnağa inceledikten sonra; "ya gitmek istemezsem.  Ne olacak? Beni zorlamı götüreceksiniz? "

Muhafızın şakası yoktu. Kendisiyle birlikte odaya giren muhafızlara emir verdikten sonra; "evet Cişan, iyilikle gelmezsen, bizde zorla götürürüz."

Üç muhafız Cişan'ı kollarlından tuttu. Cişan söz söylemeye fırsat bulamadan kendini odanın dışında buldu.

Titrasu şatosunun koridorlarından geçtiler.  Ahırların bulunduğu yöne doğru hiç konuşmadan yürüdüler. 

Cişan, tüm sorularının cevapsız kaldığına kızsa da elinden bir şey gelmedi. Ay ışığı altında atların bulunduğu hana girdiler. Cişan, kendi atının yanındaki ata uzun uzun baktı. At, Cişan'ı ve yanındaki muhafızları süzdü. 

Cişan her iki atı da, okşadı. Beyaz at, kardeşinin atıydı. Uzun uzun attan gözlerini alamadı. Atta bir şey anlamış gibi etrafına hüzünlü gözlerle baktı. 

Yaşlı muhafız; "Cişan bu kadar duygusallık yeter. Atını al, çıkıyoruz. "

Dedikten sonra beyaz atı işaret etti. Cişan, "olmaz, o at kardeşimin. Su, onu arar. Bulamayınca üzülür."

Muhafız, duymamış gibi  "Cişan beyaz atı al." Tekrarladı. 

Cişan'da muhafızı duymamış gibi yaptı ve kendi siyah atını alıp handan çıktı. 

                  Uçsuz bucaksız arazide beş atlı, ay ışığı altında koştu. Her biri kendinden emindi.

Ancak Cişan karmakarışık duygular içerisindeydi.  Geçtiği her yerde kardeşini hatırladı. Onun atının at izlerini aradı. Bir gölge gibi arkasından geldiğini sandı. Her dönüp arkaya baktığında yaşlı muhafızla göz göze geldi. 

Cişan atını hızlandırdı. Dört muhafızı gerilerde bırakarak dört nala gitmeye başladı. Siyah at koştukça, Cişan'da coştu. Cişan coştukça, siyah atta koştu. 

Ay Cişan'a arkadaşlı ederek, geçtiği yerleri aydınlattı. Dört muhafız, gerilerde kaldı. Hiçbiri görünmüyordu. 

Cişan, bunu fırsat bildi. Atını koşturdukça koşturdu. Kardeşiyle birlikte yarış yaptıkları arazilerden geçti. Avuç içi gibi bildiği yerlerden şimşek gibi geçti. 

Titrasu şatosuna vardığında gece yarısını çoktan geçmişti. Siyah atı hana götürdükten sonra Su'nun kaldığı odaya çıkmak için etrafına bakındı. Kimseciklerin olmadığını anlayınca, çocukluğundan beri yaptığı tırmanmayı gerçekleştirdi.  Bir iki hamleden sonra odanın balkona çıkmayı başardı. Balkon kapısının açık olması işine yaradı. 

Su, yatağında oturmuş düşünüyordu. Balkondan birinin girdiğini fark eden Su, ayağa kalktı. Bir iki adım attıktan sonra "Cişan, Cişan!" bağırıp, sarıldı. 

Cişan, sessiz olmasını istedi. 

Su, art arda bir çok soruyu sıraladı. 

Cişan, alçak sesle konuşmaya başladı. "Su, beni iyi dinle. Babamız bizim gezmemizi istemiyor. Seni evlendirmeyi düşünüyor. Bende muhafızlarla birlikte her gün sabah akşam talim yapacakmışım. Şimdi sorun ben değil. Senin buradan çıkman lazım. Babam, dönene kadar bunu yapmalıyız. O döndükten sonra geç kalırız."

Su, Cişan'ın gözlerinin içine ıslak gözleriyle bakarak; "ben nereye gideceğim? Sen olmazsan ben ne yapabilirim. Tek başıma korkarım. Buradan birlikte kaçalım."

Cişan, biraz düşündükten sonra; "olmaz, babam gelince ikimizin de, olmadığını görünce daha çok öfkelenir. Senin hapis kalmanı istemiyorum. Ben yine kırlarda bayırlarda dolaşacağım. Sen, bu odada kısmetin çıkana kadar çürüyeceksin."

Su, nemli gözlerle Cişan'ın gözlerine baktı. İki kardeş uzun uzun bakıştı. 

Cişan; "almak istediklerini al hemen çıkalım. Fazla vaktimiz yok." 

Su, nereden çıkacaklarını sordu. 

Cişan balkonu işaret edince Su, olmaz deyip çığlık attı. Cişan başka şanslarının olmadığını bir kez daha söyleyerek; "çocukluğumuzda yaptığımız gibi, pencerelere tırmanarak çıktığımız gibi aşağıya da ineceğiz."

Su, istemeyerek de olsa, başka  şansının olmadığını anladı. Hiçbir şey almayacağını söyleyip, balkona çıktı. 

İki kardeş radar gibi etraflarını süzdükten sonra balkon kenarlarına tutundular. Önce ikinci kat ardından birinci katın balkonundan zemine atladılar.

Hiç konuşmadan atların bulunduğu hana doğru koşmaya başladılar. Her ikisi de soluk soluğaydı. 

Cişan kendi atına Su kendi atına bindi. 

                    Titrasu şatosunu arkalarında bırakarak,  atlarını güneye doğru koşturdular. 

Su bir ara Cişan'a seslenerek; "nereye gidiyoruz? Gittiğimiz yönde sadece dayımız Safkan var. Yoksa dayıma mı gidiyoruz?"

Cişan; "gidecek başka yerimiz mi var?"

Su; "babam beni orada bulur."

Cişan; "sende biliyorsun ki, annem öldükten sonra babamla dayımın arası açıldı. Sekiz seneden beri konuşmuyorlar."

Su, çaresizce başını salladı. "babamla Safkan dayım hiç anlaşamadı ki, annem hep arada kalmıştı. Babam dayıma daha çok kızacak. Tabi dayımda babama kızacak. Biz ne yapacağız?" ikisi de, sustu. Hiç konuşmadan öylece kaldılar. 

Cişan buluta giren ayın tarafına baktı. Karanlık daha da kendini gösterdi. Kendilerinin dışında etraftan ses çıkmıyordu. Yanında oturdukları pınarın sesi olmazsa hepten sessizlik olacaktı. Su, endişeyle Cişan'ın yüzüne bakarak; "Beni dayıma götürdüğünü babam öğrenirse seni yaşatmaz."

Cişan kararlı sesle; "babam hiç bir zaman seni benim götürdüğümü bilmeyecek. Odadan sen kendin kaçmış gibi olacaksın." Birden sustu. 

Su, neden sustuğunu soracak oldu. Cişan eliyle kardeşinin ağzını kapatarak; "yavaş birileri geliyor. At sesleri duydum. Giderek yaklaşıyorlar. Atlarımızı alıp, şu ağacın arkasına geçelim. Ay bizi düşünerek, buluta girdi. Her yer karanlık bizi fark edemezler. Hadi Su gidelim." Dedikten sonra iki kardeş atlarına binip, sessizce pınardan uzaklaştı. Ağaçların arasından gözden kayboldular. 

Dört muhafız da atlarından inip ellerini yüzlerini pınarda yıkadılar. 

Yaşlı olanı; "Cişan nereye kayboldu? Bir türlü onu bulamadık." 

Diğer muhafız "bu bölgeyi iyi biliyor. Bir yerlerden bize yetişir." 

İkinci muhafız; "bence şatoya dönmüştür." 

Üçüncü muhafız; "şatoya gitmemiştir." 

Yaşlı muhafız "her neyse, biz işimize bakalım. Mutlaka bir yerden çıkar. Gerekenleri ona anlattık.   Aramanın bir faydası yok. Şatoya dönüyoruz. Cişan'da bir yolunu bulup, döner." Dört atlı muhafız, şatoya doğru arka arkaya ilerlerken, iki kardeş de, güneye doğru at sürdü.

                     Su ve Cişan, dayılarının topraklarına geldiklerinde gün yeni yeni ağarıyordu.  Etrafta kimseler görünmüyordu. Cişan ve Su, atlarından inmiş, yularlarından tutuyorlardı. Ekili arazilerin arasından dikkatle ilerlediler. Babalarının şatosu kadar ihtişamlı olmayan tahta ev, uzaklarında sayılmazdı. Tek katlı evin ön cephesinde dokuz, pencere, tarlaya, arka cephesinde on pencerede, meyveliklere bakıyordu. 

Evin önünde ki havuzda, kuğular sabah dansı yapıyordu. Havuzun sağ tarafında küçük kulübenin önünde yaşlı karı koca, pür dikkat kardeşleri süzüyordu. 

Çiftliğin kahyası Pamir, "gençler, kimi arıyorsunuz? Gözlerim pek iyi seçemiyor da!"

Cişan, etrafına iyice bakındıktan sonra; "bizi tanımadın mı?" 

kahyanın eşi Narlı; "sizi tanıyacağım ama benim de gözlerim eskisi kadar keskin değil."

Su, yaşlı çiftin konuşmalarına gülümseyerek cevap verdi. 

Cişan,  konuyu uzatmak istemiyordu. Bir an önce dayısıyla konuşup, Su'yu bırakıp Titrasu şatosuna dönmek istiyordu.

Pamir tekrar kim olduklarını sordu. Cişan da özellikle söylemek istemedi. 

Su, söze karışmak niyetinde değildi.

Narlı, eşine çıkışarak; "bırak canım kim olduklarını, Tanrı misafiridirler. Soframıza buyur edelim kahvaltı yapalım. Bak uzun yoldan geldiler. Açtırlar, susadılar. Hele şu atları bir yemleyelim." 

Pamir çaresizce eşine hak verdi. Sofraya buyur etti. Atları da, ilerdeki hana koydu.

Kızarmış ekmek üzerine sürülmüş tereyağı iki kardeşin iştahını kabarttı. İki kişilik hazırlanan sofrada dört kişi kahvaltı yaparken, Safkan dayının sesi duyuldu. "Pamir, Pamir! Yahu nerdesin be adam. Handa iki yabancı at var. Nereden geldiler, kimdirler, gördün mü biliyorsun bu aralar hırsızlar çoğaldı. Kimin ne yaptığı belli değil. Dikkatli olacaksın diye tembih etmedim mi? Her gelen geçene sofranda ağırlamayacaksın söylemedim mi? İn midir, cin midir, bilmeden ne diye sofranı oturtursun, hiç anlamam." 

Safkan dayının sesi geliyordu ama kendisi görünürlerde yoktu. 

Narlı, iki kardeşin iştahla yediğini görünce mutlu oldu. Onları tanımakta gecikmemişti.  Ancak Pamir'le bir gün önce kavga ettiği için ona söylenmek istemedi. Çünkü Pamir Narlı'ya bunak demişti. Narlı'da bu yüzden Safkan'ın yeğenleri olduğunu söylemedi. 

Kahvaltı boyunca, Pamir, değişik sorular yöneltti. 

 

                                                      DEVAMI HAFTAYA 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —