DUYGU KARAHASANOĞLU


TOZLU RAFLARI SİLDİK

Her yıl olduğu gibi bu yılda öğretmenler günüyle ilgili program hazırlandı. Öğretmenlerin yüzlerindeki ifade bir çok şeyi anlatıyordu.


TOZLU RAFLARI SİLDİK

 

                       Her yıl olduğu gibi bu yılda öğretmenler günüyle ilgili program hazırlandı. Öğretmenlerin yüzlerindeki ifade bir çok şeyi anlatıyordu. Kiminin yüzünde endişe kiminin yüzünde mesleğe yeni başlamanın heyecanı vardı.  Hepsinin ortak yönü mesleklerini layıkıyla yerine getirmenin telaşı mevcuttu. Milenyumla birlikte çok şeyler değişti. Cep telefonları, bilgisayarlar, internet hızla hayatımıza girdi. Genç yaşlı her birimiz teknolojinin sunduğu imkanlardan faydalanmaya başladık. Cep telefonuyla internete girmek ve sanal dünyada dolaşmak gençlerin vazgeçilmezi olurken, yetişkinlerde gençler gibi sanal dünyada gezinmeye başladı. 

                  Öğretmen mesleği kutsal olduğu kadar herkesin yapabileceği bir meslek değildir. Günümüzde bir çok öğretmenin öğrenciye kendisini saydıramadığına tanık olmaktayız. Saydıramadığının yanında sözünü de dinletemediğini, cep telefonlarına internete bağlıyor.  Bir öğretmen bilgiliyse, sözünü dinlettirecek kadar otoriterse o öğretmenin başarısından söz edilir. 

Kanuni Sultan Süleyman´ın paşaları bir toplantıda İranlı bir gezgini kabul eder. Sultan Süleyman toplantıyı locadan izler. Gezginci, susmaksızın konuşur, sözlerinin arasında paşaları aşağılar. Hiçbir paşa buna cevap veremez. Toplantı bittikten sonra Sultan Süleyman paşaları yanına çağırtarak; ?benim divanımda, gezginciye haddini bildiremediniz.? Der.

Paşalardan biri ,?hünkarım, emrediniz, boynunun vurduralım.? Sultan Süleyman daha da hiddetle; ?gerekmez!Ben isterdim ki, benin divanımda benim paşalarım, bilgisiyle o gezginciye haddini bildirsin.?

İşte, takva bu kadar önemliyken günümüz öğretmenlerinin bazıları, öğrencilerle kuramadıkları diyalogu internete yada cep telefonlarına bağlaması sadece bir kaçıştır.

               Rahmetli dedelerimin ikisi de, öğretmendi. Her ikisi de harf devriminden önce öğretmenlik mesleğine başlamıştı. Annemin babası 96 yaşında vefat ettiğinden onunla sürekli sohbet ederdim.

Yıl 1925. Niyazi dedem öğretmenliğe başlar. Osmanlıca eğitim aldığından Osmanlıca ders verir. Ne zaman ki, harf devrimi yapılıp Latin alfabeye geçildi dedemde Latin alfabeyi öğrenmek zorunda kaldı. Bir yandan kendisi öğreniyor, diğer yanda öğrencilerini öğretiyor. Önünde ne bir rehber, ne de soracak biri vardı. Okulun hem müdürü hem de öğretmeniydi. Yeri gelince de hademesiydi.  Öğrencileri, öğretmenlerini can kulağıyla dinlerken, öğretmende öğrencilerin anlayabilmeleri için her türlü fedakarlığı yapmaktan kaçınmadı. Mesai saati diye bir şey yoktu. Dedemin okula sabahın erken saatlerinde girip, akşam geç saatlere kadar okulda kalması eğitim ve öğretime ne denli önem verdiğinin açık bir örneğidir. Çocuklara din konusunda bile bir müftü gibi bilgi aktarırken öncelikleri arasında yalan konuşmamaları gerektiğinin altını sürekli çizerdi.

İlkokul öğretmeni olan dedem, din bilgisi bir müftü gibi. Matematik, coğrafya, fen, geometri, edebiyat bilgisi, de, branşlaşmış bir öğretmenden daha da üstündü. Öğrenciler, eğitim ve öğretimin insan hayatında ne denli önemli olduğunu ilkokul sıralarında öğrenmişti. Niyazi dedem, din ve beşeri eğitimi ortaklaşa verirken, insani ilişkileri de ön planda tutmasını biliyordu.

Böyle bir öğretmen Osmanlıcadan Latin alfabeye geçerken, öğrencileri arasında bir boşluk bırakmamıştı. Bugün bile yaşasaydı, öğrencileri internetle sanal ortamda dolaşmak yerine bilgisiyle öğrencileri kendisine çeken dedemi dinlerdi. Rahmetli dedem kırk yıllık meslek yaşantısında, okula bir gün geç gitmediği gibi gereksiz yere izinde kullanmadı. Onun için hiç kimse mazeret uydurmasın, şunu bunu suçlamasın.