Turhan Eyüboğlu


Sakın Geç Kalma, Erken Gel!

Sakın Geç Kalma, Erken Gel!


Sakın Geç Kalma, Erken Gel!

 

Olmadık bir zamanda şarkılar yolunu keser insanın! Birdenbire, beklenmedik bir yerde çıkar karşınıza! Onu dinlediğinizde bir anınız tazelenir, birden kalp gözünüzde görüntüler uçuşur! Onları tam olarak görmek istersiniz; ancak uçuşan görüntü hiçbir zaman size tam olarak görünmez! Eksik olan yönünü siz tamamlamak istersiniz ve işte orada hayale dalmış olursunuz!

 

15-18 yaşları arasında -benim yaşımdakiler muhakkak hatırlayacaktır- akşam ne zaman dışarıya çıkmaya kalksaydım annemin aksatmadan söylediği söz "Sakın geç kalma, erken gel!" olmuştur. Erken de gelsem geç de kalsam kapıyı meraklı gözlerle annem açardı. Kısacası zaman işin içine girince annelere yaranılmaz olduğunu hepimiz biliriz.

 

Annemin son yılları... Alzaymır (Alzheimer) hastası olmasından dolayı bu olayları hatırlaması için ona anlatıyorum. Bildiğiniz üzere bu hastalar çok eski yılları hatırlar, ancak yeni tarihleri hatırlamazlar.

 

"Anne, Arafilboyunda bulunan evimizde biz akşam dışarı çıkardık. Sen de hiç usanmadan 'Geç kalmayın, erken gelin!' derdin. Bu geç gelmeler için hiçbir şey söylemez; ancak muhakkak 'Bu akşam gün batarken gel, sakın geç kalma erken gel!' şarkısını söyler, biz de dinlerdik.

 

Bildiğiniz üzere annemin sevdiği şarkıların hikayesini yazmaya karar verdiğimde bu şarkının da hikayesini yazmak istedim. Şimdi size anlatacağım hikayeyi anneme anlattım; inşallah hoşuna gitmiştir! Gerçi bu hikayeyi babamla bir ömür boyu yaşamıştır, buna ben şahidim!

 

Hikayenin kahramanı edebiyat tarihimize daha çok hatıra, makale, sohbet, gezi yazısı, tarih gibi yazı türleri ve okul kitaplarına yazdıklarıyla katkıda bulunmuş, müthiş üretken bir insandır. Devrinin dil özelliklerini, İstanbulun örf ve adetlerini, yaşayış özelliklerini, kültürel bir çok unsuru eğlenceli bir sohbet üslubuyla yazıya döken yazarımız ve anı yazarı olarak da tanınmıştır.

 

Yakın arkadaşı Tatyos Efendi'yle her gün içer, yazacaklarını tartışır, ondan da bilgi alırmış. Sohbetlerin uzamasından dolayı her akşam eve geç gider, bazı akşamları da sohbetin uzamasından eve gitmezmiş. Daha önce yazdığım bir yazıda size belirtmiştim! Eski yıllarda 'Sevdiğini alamıyordun, aldığını seviyordun!' İşte bu kahramanımız da böyle bir evlilik yapmıştı.

 

i sabırlı, müşfik, muhterem bir hanımmış. Onu daima mazur görür, sitem etmezmiş. Üstat eve geldiğinde olan biteni tüm açıklığıyla anlatır, günün özetini espiriler yaparak eşine bir film şeridinin hareketliliğiyle anlatırmış. Eşi başka bir kadın olmadığı için de rahat olurmuş. Bu çiftin arasında günler böyle geçiyormuş.

 

Üstat, yine böyle çok yoğun bir çalışma temposuna girmişti. Dergiye vereceği yazılar, roman, şiir derken buna okula hazırlayacağı kitaplar da eklenince zamana yetişemez olmuş. Zamanının tamamını matbaada yatar kalkar olarak geçirmeye başlamıştı. Eve haftada birkaç gün yıkanmak ve üstünü değiştirmek için gidiyormuş.

 

Bu süreç günlerce, haftalarca, aylarca devam etmiş. Sonunda okul kitaplarını, romanını, şiir kitabını zamanında yetiştirmiş ve günlük hayatına geri dönmüş. Bir haftadır evinde ve yatağında huzur içinde uyuyabilmiş. Buna en çok da eşi seviniyormuş. Sabah eşi yine erkenden kalkmış, kahvaltıyı hazırlamış ve üstada seslenerek onun da kalkmasını sağlamış.

 

"Oooo hanım, yine tam mükellef bir kahvaltı hazırlamışsın; eline sağlık!" deyip kahvaltıya oturmuş ve her zamanki gibi o gün neler yapmışsa anlatmaya başlamış. Keyifli kahvaltının sonunda eşiyle vedalaşıp evden çıkıyormuş ki eşi:

 

"Bey, işleri epeyce yoluna koydun! Artık bu akşam gün batmadan gel; sakın geç kalma, erken gel! Tahammülüm kalmadı artık!" deyince üstat bu kadar sabırlı kişinin bu sözleri nasıl söylediğine şaşırmış! Bir anlık şaşkınlığı üstünden attıktan sonra:

 

"Hanım anlamadan şarkı sözü yazdın! Bu akşam bu şarkıyı radyodan dinle!" demiş ve evden çıkmış. Bakırköy sahiline inerken eşinin söylediği sözleri mırıldanmaya başlamıştı. Bir iki mısra da o ekleyerek yürürken bir kıta haline getirmişti sözleri. Sahile indiğinde bir bankta oturur ve mısraları kafasında sıralamaya başlar. O gün işlerini bitirir bitirmez akşam Tatyos Efendi'yle buluşur.

 

"Evden çıkarken refikam bana tembih etti. 'Geç kalma, erken gel!' dedi. Ben de buraya gelene kadar bunu bir kıta haline getirdim." Tatyos Efendi:

 

"Hele bir oku bakalım, nasıl olmuş?" deyince üstat mısraları okumaya başlamış.

 

Bu akşam gün batarken gel, sakın geç kalma erken gel.

Tahammül kalmadı artık, aman geç kalma erken gel.

Cefa etme bana mah'ım, sonra tutar seni âh'ım.

Üzme beni şîvekârım, aman geç kalma erken gel.

 

Tatyos Efendi ellerini dizlerine vurup usul tutmaya başlamış. Gece geç vakitlerde bugüne kadar dilimizden düşmeyen "Sakın geç kalma, erken gel!"şarkısı o gün bestelenmiş.

 

Bu üstat Ahmet Rasim efendidir. Mahalle mekteplerinde başladığı öğrenimine Darüşşafakada devam etti (1876-1883). Burayı birincilikle bitirince (1883) Posta ve Telgraf Nezareti Fen Kalemine memur oldu. İlk yazılarını Ahmet Mithat Efendinin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımladı. Sonra çeşitli gazetelerde çalıştı. İstanbul milletvekili oldu (1927-1932). Heybeliada Mezarlığı’na gömüldü.

 

Çok üretken insandı. Türk edebiyatına çok katkıları olmuştur. Mekanı cennet olsun.