Turhan Eyüboğlu


Resim ve tabiat aşkı

"Efendim, size 'resim ve tabiat aşkı' desem ne dersiniz?"


Resim ve tabiat aşkı

 

"Efendim, size 'resim ve tabiat aşkı' desem ne dersiniz?"

 

"Aşık, sevgilisinin yalnız gözlerine veya saçlarına değil; onun yürüyüşüne, nefes alışına, konuşmasına top yekün aşıktır! Eğer resmini yaptığımız tabiat parçasından sevdiğimiz mevzuyu olduğu gibi itaat edecek kadar tam değilse onu yalnız eserimize varmak için bir basamak veya bir tecrübe tahtası gibi kullanıyorsak bizim tabiat aşkımızdan herkesin şüphe etmeye hakkı vardır. Su katılmamış bir tabiat aşkı, ressamı mevzuuna tam bir hayranlıkla bağlayan sevgidir."

 

Ağzım açık onu dinliyorum; hayale dalmışım! Nasıl dalmayayım? Koca Reis ister şiir okurken, ister resimlerine bakarken gözardı edemeyeceğimiz bir nokta var ki o da aşktır. Bu aşk, ister kadına olsun, ister doğaya!

 

"Hey evlat! Daldın, ne oldu? Beni dinlemiyor musun?"

 

"Olur mu efendim! O kadar güzel anlattınız ki kendimi hipnotize olmuş biri gibi hissettim! Efendim, birden aklıma geldi. Sizin bu dünyada hoşlanmadığınız bir şey yoktur diye düşünüyorum!"

 

"Olmaz mı? Terzi ve berberlerden pek hoşlanmam!"

 

"Nelerden hoşlanırsınız?"

 

"Çok şeyden hoşlanırım! Sizin bilmediğiniz birkaçını sayayım, soruna cevap olsun diye! El Greco'ya, Rus romanlarına, pastırmaya ve halk türkülerine bayılırım."

 

"Efendim, sizin yapmak istediğinizi Anadolu mitolojisini ve ikonografisini kurmaya çalışmak ve bunu modern sanat eserine dönüştürmek olarak özetleye bilir miyiz?"

 

"Evet, kısa özeti bu olabilir!"

 

Ressamlar için İskilip

 

"Bu adanmışlık halinizle hayatınız ve eserleriniz Anadolu kültürünün en zengin karakterlerinden biri olarak, dünya durdukça yaşayacaksınız. Efendim, Edirne'den sonra yanılmıyorsam 1945'te Çorum'a gönderildiniz. İskilip kazasında kaldınız. O yörenin sanatınıza yansımasını sorabilir miyim?"

 

"Anadolu'yu fark ettim. Anadolu'nun kilimi, motifleri, taşı, böceği, ateşi, çiçeği; yani her şeyine vuruldum! O yaşıma kadar edindiğim eğitimi Batı'dan aldığım argümanlarla harmanlayarak kendime özgü bir Anadolu mitolojisi, Anadolu ikonografisi kurmaya başladım. Bunu, modern resmin imkanlarıyla bir tuvale aktarmaya, bir resme dönüştürmeye çalıştım."

 

"Efendim, Çorum ve kasabalarında ne kadar zaman gezdiniz? Çorum'un en beğendiğiniz kasabası hangisi oldu?"

 

"Memleketimizde resim sanatının boy atıp gelişebilmesi için sarf edilen gayretlerden ressamlarımızı en çok sevindireni, hükümetin tertiplediği yurt gezileri olmuştur. Hükümetin altı yıldır muntazaman tertiplediği yurt gezilerinden benim hisseme de bu sefer Çorum düşmüştü."

 

"Çorum ve kasabalarında üç ay dolaştım. Osmancık'tan başka bütün kasabalarını gördüm. Gezdiğim kasabalar arasında bilhassa İskilip'e hayran oldum. Ressamlar için İskilip'ten daha zengin bir memleket, tasavvur edemiyorum!"

 

"Efendim, Anadolu'da bulunan pazarları çok seviyor ve de gittiğinizde çok da gözlem yapıyordunuz. Birini bize anlatabilir misiniz?"

 

"Bundan uzun süre önce gittiğim Çankırı'nın Çerkeş kasabasında haftada bir gün kurulan pazarın tiryakisi olmuştum. Daha gün doğmadan önce pazar yerine civar köylerden gelenlerin uğultusunu duyar, atların nal sesleri, kağnı gıcırtısıyla uyanırdım."

 

"Pazara gelenleri, pazar yerinin cümbüşüne katılmadan grup grup, parça parça seyretmenin başka bir özelliği vardı. Bir parça sonra gergefine gayet ufak bir nakış gibi katılacak olan kafileler evimizin önünden geçerken pazar yerinin teferruatını ayrı ayrı büyütülmüş bir resim gibi seyretme imkanı bulurdum."

 

"Pazara gelenler, pazar yeri ressamının, sevincinden çıldırtacak renk, şekil, nakış ve hareket kaynağıydı. Bir ressamın renk kudreti hakkında fikir edinmek isteyenler, onun bir tek renge nasıl hakim olduğuna dikkat etsinler!"

 

"Eğer bir ressam, bir tek rengin muhtelif çeşitlerini kılı kırka yarar gibi bulabiliyorsa o rengin ne demek olduğunu anlamış, rengin tadına varmış demektir! Birbirinden büyük farkla ayrılan renkleri herkes görür ve bunlar kolaylıkla tespit edilir. Mesele bir çok rengin binbir çeşidi arasında mekik dokuyabilmektir."

 

Bizim nakışlarımız

 

Efendim, non-figüratif, bilmeyenler için açıklamak istiyorum, yani soyut resim için ne düşünüyorsunuz?"

 

"Ben non-figüratif yerine kısaca 'nakış' diyorum. Bizim nakış sanatımızla bu cereyan arasında çok önemli bir bağ var. Her ikisi de etraftaki şekilleri taklit ederek değil, icat edilmiş şekiller ve renklerle düzen kurar."

 

"Efendim, bizim halkın nakışlarına sizin kadar önem veren bir başkası var mı bilmiyorum! Siz, bu konuyu çok önemsiyor ve bunu dünyada da gündeme getiriyorsunuz."

 

"Bizim nakışlar, etrafı ve dünyayı taklit etmezler; ama birbirini taklit ederler. Bizim nakışımızın resim alanına dökülmesi için batı kültürüyle yoğrulmuş bir resim anlayışı şarttır."

 

"Non-figüratif çalışma tarzı henüz çok genç olmasına karşın sağlam temeller üzerine kurulmuştur. Büyük yapılara, büyük sanayiye, büyük yayın basım işlerine karışarak toplumla temas kurabilirse az zamanda baş döndürücü bir çabuklukla gelişebilir."

 

"Dayandığı en sağlam temel, müzik anlayışıdır. Müzikte taklit yoktur; icat vardır. Bir kompozitör, eserinin etraftaki sesleri taklit ederek değil, imkanlarını gayet iyi bildiği sazlardan çıkacak sesleri icat ederek kurar."

 

"Sahici ressam da elinden çıkan her rengi, her biçimi icat etmekle sorumludur. Non-figüratif çalışma tarzının yayılabilmesi için müzikte sazın tuttuğu yeri, resimde tezgahın tutması mümkündür."

 

Nazilli Basma Fabrikası

 

"Efendim, ürettiğiniz desenlerin büyük sanayi ürünlerinde kullanılmasını çok istiyordunuz. Sizi 1955 yılında Nazilli Basma Fabrikasına davet ettiler. O günü anlatır mısınız?"

 

"Fabrikadaki basma desenleri, hep Avrupai motiflerin kopyaları ya da taklitleriyle üretilen desenlerdi. Bütün yabancı desenlerin atılarak tamamen yerli desenlerle üretim yapılmasını talep ettim. Müthiş bir heyecanla motiflerin, desenlerin yüzlerce, binlerce kumaşa basılması ve bunların bütün Anadolu evlerine girebileceği fikri beni mutluluktan uçurmuştu. Bu fabrika için bir çok desen ürettim."

 

"Efendim, günde ortalama kaç saat çalışırsınız?"

 

"Yirmi yıldır günde en az on dört saat çalıştım. Ya yazdım, ya boyadım!"

 

"Efendim, 1950'de Paris'te gezdiğiniz bir müze sizin hayatınızı altüst etmiş. Bu konuda bilgi vermeniz mümkün mü?"

 

"O müzede, Orta Afrika sanatını görmüş ve bir konuyu yakalamıştım. Güzel ve faydalı... Hergün kullandığımız eşya ile yaşadığımız gerçeğini, sanatın faydalı olması yargısıyla bütünleştirdim. Daha sonra 'yazma'ya yöneldim. Değişiklikler yaptım. Yazma için motiflerin sadeleşmesi oradan başladı."

 

"Bunu yaparken 'Kendi halk sanatlarıma bir ressam olarak faydam olabilir miyim? Bir katkım olabilir mi? Bu sanatların ufuklarını geliştirebilir miyim?' diye düşündüm. Öğrencilerime ilk yıllarda 'yazma basma' zorunluluğu getirdim."

 

"Bu çabayı teşvik etmek için yılbaşı kartı ve yazma sergisi açtırdım. Oradan kazanılan para ile yoksul öğrencilere resim malzemeleri alırdım. Malzemeler alınıp atölyeye konur, dileyen oradan alıp yararlanabilirdi."

 

Mavi yolculuk

 

"Efendim, Mavi Yolculuklar'da sizin ve abiniz Sabahattin Eyüboğlu'nun adı çok geçiyor. Bu yolculuğu ilk kim tasarladı? Kimler katılıyordu?"

 

"Mavi Yolculuğu ilk kez Halikarnas Balıkçısı tasarladı. Ben, abim, Necati Cumalı, Sabahattin Ali, Erol Güney, Benya Rappaport katıldık. Ben bu yolculuğa üç kez katıldım. Bu yolculuk ilk kez 1946'da gerçekleşti."

 

"Efendim, bu yolculuğun teorisinde ne vardı?"

 

"Halikarnas Balıkçısı'nın ve abim Sabahattin Eyüboğlu'nun teorisinde, uygarlıkların temelinde Anadolu gerçeğinin yatışı söz konusuydu. Anadolu'ya sahip çıkma düşüncesi önde geliyordu. Genellikle 1071'den sonraki birikimlere sahip çıkılıyordu. Oysa ondan öncesinde de önemli bir birikim var. Ona kim sahip çıkacaktı? 'Bunları öğrenelim, sahip çıkalım!' dediler."

 

"Efendim, Halikarnas Balıkçısı kimdir ve bir cezadan sonra neden Bodrum'da yaşamaya başlıyor? Kısaca bahseder misiniz?"

 

"Bodrum'da on beş yıl kalebentliğe (Osmanlı döneminde devlet memurları ve siyasiler için kalelerde çürütmek suretiyle uygulanan bir ceza şekli) mahkum edilen Halikarnas Balıkçısı lakabıyla anılan Cevat Şakir Kabaağaçlı, cezasının yedi yılını çektikten sonra baş gösteren verem hastalığından ötürü tahliye ediliyor ve Bodrum'da yaşamaya başlıyor. Bodrum'a olan aşkıyla tanınan ünlü bir roman ve hikaye yazarıdır. Benim da çok iyi bir arkadaşımdır."