Turhan Eyüboğlu


Öğretmenler Günü

“Benim şairliğimi eleştirebilirler, ressamlığımı eleştirebilirler; ancak öğretmenliğime laf ettirmem!” diyen, Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan öretmenlik mesleğini dinlemek istermisiniz?


Öğretmenler Günü

 

“Benim şairliğimi eleştirebilirler, ressamlığımı eleştirebilirler; ancak öğretmenliğime laf ettirmem!” diyen, Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan öretmenlik mesleğini dinlemek istermisiniz?

 

"Efendim, öğretmek ve öğretmenlik zor meslek; yapmak için çaba ve sabır gerektiriyor, diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?"

 

"Sen istediğin kadar açık seçik ol! 'Bana bir bardak su ver!' dercesine rahat konuş! Senin rahatlığın, senin kolaylığın karşı tarafa ulaşmadıktan sonra kaç para eder? Ben kendi hesabıma bir atölyede aynı konuyu, aynı anda kavrayan iki öğrenciye rastlamadım. Bir sınıfta kırk öğrenci mi var? Öğretmen kırk parçaya bölünmedikçe nafile!"

 

"Efendim, peki ama öğretmen denilen varlık, her Allah'ın günü birkaç defa, diyelim üst üste üç ders nasıl olur da kırk parçaya bölünür? Bu sizin dediğiniz, öğretmenlik değil, sihirbazlık gibi bir şey!"

 

"Evet, hakkınız var! Bu kadarı öğretmenden beklemek mucize olur. Öğretmen her derste kırk parçaya bölünmesin; ama kırk derste bu kadar zahmete girsin. Otuz dokuz derste, kapakları sımsıkı kapalı duran kutu bir derste bir defacık olsun açılsın! Eğer bir öğretmen, öğrencinin bir saat hiç dalga geçmeden boyuna kendisini dinlediğini sanıyorsa yandı demektir. Bana öyle geliyordu değil bir öğrenci, çok ağır bir hüküm almak üzere olan sanık bile savcıyı yahut kendi avukatlarını bir saat hiç dalga geçmeden dinleyemez."

 

"Neden efendim?"

 

"İnsan kafası bu! Otomobil tekerleği, kamyon cıvatası değil! Kapı menteşesi değil ki alasın eline tornavidayı bir güzel sıkıştırasın, orada mum gibi dursun!"

 

"Efendim, hazır buraya gelmişken sizin öğretmenlere öğüt verme maksadıyla bir şeyler anlatmanızı çok isterim. İnanıyorum ki onlar da sizin ağzınızdan vereceğiniz öğütleri dinlemeyi çok isterler. Ne dersiniz?"

 

"Sen sevgili öğretmen arkadaş! Sen anlatırken aklın başka yere gitmiyor mu sanki? Sen hiç durmadan anlattığın şeyi düşünebiliyor musun? Yoooo! Sen de hem anlatıyor hem de pekala ara sıra senin için çok önemli yahut da zerre kadar önemli olmayan şeyleri düşünebiliyorsun! Sen, yaşını başını almış kişi, anlattığın şeye her zaman yüzde yüz bütün benliğini katamazsan öğrenci nasıl katsın?"

 

"Bana öyle geliyor ki öğretmenle öğrenme arasındaki köprüyü her zaman kendi elimizle istediğimiz anda kuramıyoruz. Ben tam köprüyü atacağım sırada karşı taraf uyuyor. O tam köprüyü tutacağı sırada benim kollarımda takat kalmıyor. Senin, öğretmen olarak en iyi günlerinden biri. Birbiri ardından pırıl pırıl şeyler söylüyorsun. Bunlardan biri varmazsa karşıya, ötekinin elinden kurtulmaz diyorsun. Halbuki karşındaki çocuk o gün öyle dertli, öyle tasalı, öylesine aşık, öylesine fakir veya öylesine zengin ve bahtiyar ki senin gözlerinin içine bakıyor. Seni seve seve dinliyor. Gülecek yerde gülüyor! Somurtacak yerde somurtuyor; ama hepsi yalancıktan oynuyor! Şahane şekilde kendi dünyasına gömülmüş. Kendi meselesinden başka hiçbir şey umrunda bile değil!"

 

"Sen sevgili öğretmen! O ara dört nala kaldırdığın atı birdenbire durdurup kendi sözlerinin, kendi düzeninin üstünden aşıp senin gözlerinin içine baka baka kendi dünyasında kaybolan öğrenciyi yakalayabiliyor musun? Giriştiğin konuyu bir an için bir tarafa bırakıp 'Heyyy, söyle bakalım! Sen şu anda nerelerdesin? Nen var? Çok mu dertlisin? Niçin başını alıp bizden bu kadar uzaklara gittin?' diyebiliyor musun?"

 

"Kırk kişilik bir sınıfı bir saat boyunca kırk kişilik bir orkestra gibi sopasının ucunda toplayabilmek, ne müthiş bir şey! Kırk kişiyi bir çift kulak, bir çift göz, bir tek vücut sanmak ne müthiş bir avunma! Bir sınıfta kırk öğrenci mi var, öğretmenim? Kırk tane mesele var demektir. Eğer belli başlı bilgileri, kendi dilinle, kitaplardan medet ummadan onlara öğretmeye mecbur isen, ister istemez kırk parçaya bölüneceksin! Onların hepsinin anlama, dinleme, kavrama güçleri hakkında tam bir fikrin olacak."

 

"Hani bazı radyolar vardır, öğretmenim! Alınlarının ortasında dana gözü gibi mavili yeşilli bir göz yanar söner. Bu göz parladıkça istasyonu iyi aldığına, bulandıkça uzaklaştığına alamettir. Bazen bu radyolar bozulur, içindeki alıcı lambaların hepsi söner de bu göz hala pırıl pırıl yanar durur. Ben böyle sadece gözleri parlayan, içindeki lambaların çoğu sönmüş nice okullar, nice öğrenciler gördüm. Evvela bu lambaları düzenlemeli ve ondan sonra elektirik sarf etmeli değil mi öğretmenim?"