Turhan Eyüboğlu


Maçka’nın Kurtuluşu

Maçka’nın Kurtuluşu


Maçka’nın Kurtuluşu

 

Maçka bir noktadır Türkiye haritasında. Ancak savaşın öyle merkezindedir ki o nokta vatanın bütünü gibi olmuştu. Halbuki Maçka'nın Osmanlının vergi defterlerinde geçer adı! Şimdi ise vatanın kurtarılmasında yapılan savaşlarında geçiyor o haritada ve vergi defterlerinin dışında. Maçka'nın yağı bol, yumurtası, peyniri, bir de delice balı vardır ilk çağdan beri. Saray mutfağında bilinirdi deli balı.

 

Hurşit'in bir elinde ayna Trabzon yönüne doğru bakmaktadır. Ayna ile diğer tepede olan arkadaşlarına haber vermek için beklemektedir. Yanında Onbaşı Ahmet sağ eli kütüğünde, parmak uçlarıyla fişekliği okşarken güneş tepelerin üstünden vadinin derinliklerine akmaktadır. Bir sessizlik Maçka tepelerinde, Kanlıpelit kavşağında... Maçka'ya doğru birer birer göründü düşman. İspela köyünün başından görünen güneşle girdiler Maçka'ya. Maçka iki dere arasında bir kasaba, Türkiye haritasında bir nokta.

 

Düşman gelirken türkülerle karşılandı çarşının en büyük yapılarında. Trabzonlu Pontus çetelerinin organize ettiği hiçbir şeyden haberi olmayan Rum yerleşik halkının sevinçleri birbirine karışmıştı çarşının içinde. Sevinç çığlıklarıyla karşılandı kıvrılıp uzanan düşman askerleri.Tarlalarda buğdaylar... Yeşil ağaç doruklarında nisan tomurcukları... Ekinlerin bire bin vereceğini söyleyen ezgi yaşam kokuşlu, umut bakışlı çocuklar evlerinin önünde oyuna koyulmamıştı daha günün böyle bir saatinde.

 

Kozağaç köyünün başında on üç kişi çiçeği burnunda ölümün... Gözleri çakılı Kanlıpelit kavşağına birinci bölükten takım subayı Vanlı Hurşit Maçka'ya giren alayı izliyordu. Alayın içinden bir bölüğün onlar gözlem yapmadan önce sürünerek gözlem tepesinin altına doğru geldiklerini, yerli halk tarafından birinin onları sattığını bilmeden gözlüyorlardı Maçka'ya giren alayı.

 

Yakındaki tepenin gerisinde, karaçamların arasında yerden bitercesine bir Kazak bölüğü adını bile duymadığı bir yerde, hangi ellerce itildiğini bilmeden sürünerek yürüyordu tepeye doğru. Hurşit dürbünüyle gözlüyordu Maçka'yı hakim olduğu tepeden. Nereden bilsin onlar için savaştığı birinin bilmem kaç altına onları sattığını? Yanındaki askerlerin yüreklerinde çocuklarının özlemi...  Titreyen elleri tetiklerinde... Kana susamış soğukluğunda Maçka'ya giriyor Rus askerleri.

 

Damarına bir damla kan akıtmadan ölümün köpüklü bulanıklığında yalpalayan bir susamışlığın hızı... Geceyi gündüzden ayırmayı bilmeyen sömürü yolculuğunda tutsak savaş üzücüdür! Ne yanından bakarsak bakalım insanın itildiği, kayadan yuvarlanan kanadı kırılmış kartal gibi yere yaklaştıkça tükenen can gibidir savaş!

 

Yıl 1916 Nisan'ın 15'i...  Hurşit sigarasını yakmaktadır. Daha kurşunu yememiş bacağına. Bir anda tepenin hemen altında beş metre ilerisinde gördü Kazak subayını. Nasıl bu kadar yaklaştıklarını düşünürken kemerinden çıkardığı silahı ile onun alnından vurdu. Karşılıklı konuştu tüfekler! Bu sese Mehmet, hemen beş yüz metre ileride pusu kurdukları yerden dürbününü çevirdi Hurşit'in olduğu yere. O zaman anladı pusu kurdukları yerde onlara pusu kurulduğunu!

 

Hurşit, gençliğine doymamış, sevgiliyi sarmamış gözdesinin sıcaklığında. Vurulmuştu bacağının atardamarının geçtiği yerinden! Dürbünle görüyordu akan kanı Mehmet! Hemen ötede Onbaşı Ahmet yerde yatıyor, derin bir uykuya dalmış gibi! Mehmet:

 

"Ali Yemen, Hurşit vuruldu!" diye seslendi.

 

Ali Yemen, hemen atına atladı yanına birkaç kişiyi alarak. Kayalığın üstünden Hurşit'in yattığı yere geldiler. Kazaklar ormandan çıkamamış, ellerinde o kadar çok mermi var ki onu göstermek için kayalığa doğru mermi şelalesi yaparcasına gökyüzüne mermi gönderiyorlar. Ali Yemen sürünerek Hurşit'in yanına ulaşmış, onu çekerek atın yanına kadar getirmişti.

 

Hurşit: "Benim bir şeyim yok, askerlere bak!" dediğinde Ali Yemen dört kişinin ayakta olduğunu fark etmişti. Diğerleri "Bu toprağa aitiz!" dercesine cansız olarak yerde yatmaktaydılar.

 

Hurşit'i ata bindirdikleri gibi dört askeri de ordan alarak Mehmet'in yanına gelmiştiler. Mehmet yanındakilerden birine Cofila'yı alarak Mulaga deresinde bulunan gizli mağaraya getirmesini söyledi. Onlar da hemen yola çıkarak Hurşit'i bir an önce oradan uzaklaştırmak istiyorlardı. Düşmanın eline geçmemeliydi. Eğer düşmanın eline geçerse 28. Alayın bilgilerini almak için büyük bir işkence görebilirdi. Diğer askerler yaralanmamış, durumları iyiydi. Cevizlik'e geldiklerinde Mehmet askerleri, yaşananları iyi anlatmalarını ve düşmanın kaç askeri ve kaç topu olduğunu onlara tenbihleyerek Hordokop'ta bulunan alaya gitmeleri için yolladı.

 

Artık Mulaga'daki gizli mağaraya gelmişlerdi. Hurşit çok kan kaybetmiş, yüzü bembeyaz olmuş, dudakları morarmıştı.

 

Mehmet: "İyisin kardeşim! Bir şey olmayacak! Nerede kaldı bu Cofila?" diye bağırıyor, bir yandan da Hurşit'in başını okşuyordu. Aradan biraz zaman geçmişti ki Hurşit kısık sesle:

 

"Mehmet, bana bir sigara sarar mısın?" deyip zorlukla cebinden çıkardığı tabakayı Mehmet'e uzattı. Mehmet biraz tereddüt etti. Ancak Hurşit:

 

"Bu benim senden son isteğim!" deyince Mehmet dayanamayıp tabakayı aldı; ancak yaşamı boyunca hiç sigara sarmamıştı. Yanında bulunan Ateş Ahmet'e uzattı ve sessizce: 

 

"Ateş, bir sigara sar!" dedi.

 

Ateş, tabakayı aldı; içinden bir kağıt çıkarıp tütünü sarmaya başladı. Bu işlemi arkası dönük yapıyordu gözyaşlarını subay Hurşit'in görmesini istemediği için. Sigarayı Mehmet'e uzattı, Mehmet sigarayı yaktı, Hurşit'in ağzına koydu. Hurşit sigaradan zorlansa da bir nefes çekti ve gözlerini kapattı. Mehmet, onun şimdi Van gölü kıyısında yavuklusuyla el ele olduğunu biliyordu.

 

Hurşit'in başı Mehmet'in dizindeydi. Mehmet onun hayalini bozmamak için neredeyse nefes bile almıyordu. Bir dakikalık sessizlikten sonra Hurşit genzine bir şey kaçmış gibi öksürmeye başladı. Mehmet, "Hurşit, Hurşit!" diye bağırarak onun yüzüne bakıyordu. Hurşit gözlerini araladı, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. Bir şey söyleyecek gibi başını kaldırdı. Mehmet ona doğru eğildi.

 

"Mehmet bana söz ver!"

 

"Söz söz, ne istersen söz!"

 

"Bizi satanı bul Mehmet!"

 

"Merak etme, bulacağım; ikimiz beraber bulacağız!" diye cevap verdi. Hurşit yavaşça elini paltosunun iç cebine soktu, bir mektup çıkardı.

 

"Mehmet, bunu alay komutanına ver!" diyerek ona uzattı. Mehmet mektubu almak istemedi. Hurşit: 

 

"Bu mektubu al!" diye tekrarladı. Mehmet, mektubu istemeye istemeye aldı ve cebine koydu.

 

Hurşit, sigarasından bir nefes daha çekti "Vatan sağolsun!" dedi ve gözlerini kapattı. Mehmet bir şey söylemiyor, onun hayalini görmesini engellemek istemiyordu. Dışarıda atların ayak seslerini  duyduğunda Cofila'nın geldiğini anlamıştı. Cofila, Mehmet'in yanına geldiğinde Hurşit'in yüzüne baktı.

 

"Mehmet, bu subay ölmüş!" deyince dizlerinde yatan Hurşit'e:

 

"Hurşit, Hurşit! Bana ses ver kardeşim!" diye bağırmaya başladı. Bu arada Hurşit'in başını sağa sola doğru çeviriyordu. Cofila, elini Mehmet'in omuzuna koydu.

 

"Mehmet, onu kaybettik!" dedi. Mehmet, Hurşit'in başını ellerinin arasına aldı ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Mağaranın yapısı gereği sesi bir aslanın sesi gibi etrafı inletiyordu. Oradakiler yere çökmüş ağlayarak Mehmet'e bakıyorlardı. Mehmet'in iki gözü iki çeşme olmuş, gözyaşları Hurşit'in yüzüne damlıyordu. Cofila, Ateş Ahmet'e işaret ederek onu yanına çağırdı. Mehmet'in ellerini Hurşit'in üzerinden çektiler ve Hurşit'i Mehmet'in kucağından aldılar. Mehmet'in elleri bomboş kalmıştı