Turhan Eyüboğlu


İsmet İnönü’nün ziyareti

"Efendim, yanılmıyorsam 1943 yılının Ekim ayında Ankara'da bir sergi açmak istemişsiniz ve yer bulunamadığından sergiyi ilginç bir yerde açmışsınız. O sergiden biraz bahsedebilir misiniz?"


 

İsmet İnönü’nün ziyareti

 

"Efendim, yanılmıyorsam 1943 yılının Ekim ayında Ankara'da bir sergi açmak istemişsiniz ve yer bulunamadığından sergiyi ilginç bir yerde açmışsınız. O sergiden biraz bahsedebilir misiniz?"

 

"Uzun zamandır açmak istediğimiz Ankara sergisine bir türlü müsait yer bulamıyorduk. Ancak açmayı da çok istiyorduk. Bir teklif üzerine sergiyi Ankara-Kutlu Pastanesinde 6-21 Ekim tarihlerinde açtık. Bu bizim için de ilk oluyordu."

 

"Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün ziyaret ettiği sergi çok büyük bir ilgi gördü ve çok ziyaretçi geldi. Ben ve eşim Eren Eyüboğlu'na ait otuz altı eser vardı. Eserlerin hemen hemen hepsi satıldı."

 

"Efendim, yine aynı yıllar 1943'tee atölyenizi ziyarete gelen İngiliz gazeteci ve sanat tarihçisi Derek Patmore, Türk resmiyle ilgilendiğini, bir kolleksiyonu olduğunu size söylemiş ve çok iyi bir resminizi sizden istemiş. Bu olayı bize anlatır mısınız?"

 

"Evet, senin de dediğin gibi benden iyi bir resmimi istedi koleksiyonuna katmak için. Yeni bitirdiğim resmi ona göstererek bu resimde yapmak istediğim her şeyi yaptığımı söyledim. Daha resim ıslaktı ve de henüz imza atmamıştım."

 

"Resmi gördükten sonra hemen almak istedi. Ne dediysem vazgeçiremedim. Gazetecinin resmi bırakmaya hiç niyeti yoktu. Dediğini de yaptı ve resmi aldı. İçim acıdı; ancak vermek zorunda kaldım. Sadece bir fotoğrafını çekip sakladım."

 

Han Kahvesi resmi

 

"Efendim, arkanıza yaslanın şimdi! Size o resimle ilgili bir gelişmeyi anlatacağım. Çok hoşunuza gidecek."

 

Koca Reis arkasına yaslandı ve pür dikkat gözlerimin içine bakıyordu. Bakışı beni tedirgin etti. Bir an kendimi toparladım ve anlatmaya başladım.

 

"Efendim, yıllarca hayıflandığınız ve kimseye gösteremediğiniz 'Han Kahvesi' resminizi yıllar sonra Patmore, Amerika'ya satar. Aileniz bu resmin izini sürer, ama nafile! Resmi bulamazlar. Yıl 2011 olur ve bir haber gelir ailenize! Resim Dışişleri Bakanlığı koleksiyonundadır! Kim aldı, nasıl aldı, bilmiyorum; ama alanın atasına rahmet dileyelim."

 

Sanki kaybettiği bir şeyi bulmuş gibi Reis'in yüzü gülmüştü. Gülüşü beni çok sevindirdi.

 

"Efendim, gençlik yıllarınızda ilk aşklarınızdan biri 'Böcek' adını taktığınız bir Alman kızmış. İstanbul'da uzun bir aşk yaşamışsınız. Kız daha sonra Almanya'ya dönmüş ve orada evlenmiş. Siz ona bir şiir yazmışsınız; onu bize söyler misiniz?

 

Gülümseyerek yazdığı şiiri okumaya başladı.

 

Seni bi güzel giymişim içime gâvurun kızı

Bir kurşunla vurdular ikimizi

Gün ışır, yaprak titrer, tohum üşür

Acı günler kızarır hikâyemizi

 

Karadutum, çatal karam, çingenem

 

"Efendim, bu röportajı gazetede bir aydan fazladır yayınlıyorum. Okuyucunun beğenerek okunduğuna dair çok geri bildirim aldım. Bu beni çok memnun etti. Ancak çok da sitem aldım! Düşündüğümde onlara hak vermemek mümkün değil. Sizi kırmak istemem! Daha önce bana 'Bizim özelimiz mi kaldı?' lafınıza sığınarak okuyucudan çok gelen soruyu size sormak istiyorum."

 

Koca Reis birden yutkundu! Önünde duran bardaktaki sudan bir yudum aldı ve yavaşça arkasına yaslandı. Sanki ona soracağım soruyu anlamıştı. Maçka'daki bahçede oturduğumuz yerin karşısında bulunan Zenha köyünün üstünde olan Vadon mevkiine gözlerini dikti.

 

Saniyelerle sanki ilk önce Zenha'ya, oradan Vadon ormanlarına doğru huzuru bulmak için seyahat yaparcasına gözlerini kapattı. Soruma başladığım anki gerilen yüz hatları gözlerini kapatmasıyla mutluluğa dönüşmüş, ellerini yüksek çamların doruğuna değdirircesine bir huzur bulmuştu.

 

Ben ise ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette saniyelerle olan hareketleri saatlerce olmuş gibi izlemenin tesiri altında kalmıştım. Artık onu seyretmekten konuşamıyordum. Sanki beden dilinde o yıllara gitmiş de o yılları yaşarcasına zaman içinde yolculuk yapıyordu.

 

Allahım, bu nasıl bir aşk! Zaman ilerledikçe pamuktan ipliğe, iplikten kalın bir tele, kalın telden de çeliğe dönüşmüşcesine sağlamlaşıyor ve güçleniyordu. Kendimden utandım niye bu soruyu soruyorum diye! Ancak ok yaydan çıkmış, hedefi bulmuş ve Koca Reisin kalbinin tam ortasına saplanmıştı.

 

Kalbinden akan kanı görüyor ve hissediyordum. Çünkü Koca Reisin parlak gözlerinin kapanması bile akan gözyaşı damlasına engel olamamıştı. O an gözlerine bakıyorum 'Aç gözlerini!' dercesine! Ama gözyaşı damlası hedefine giden bir kurşun gibi arkasında bir yol bırakarak yanağa doğru hızlıca yol alıyordu.

 

Bir dağın tepesinden aşağıya akarcasına yanağa doğru hızlanıyor ve zamanın anılarını bir suyun vadiyi oyması gibi iz bırakarak yanağını yarıyordu. İşte bu kısacık zaman içinde bir mucize gibi bu kısacık süreye yaşanmışlıklarını sığdırıyordu.

 

Ben donup kalmıştım! Aradan kaç dakika geçti, inanın bilmiyorum; ancak bana bir asır gibi gelmişti bu süre! Hipnotize olmuş gibi gayri ihtiyari gözlerimi kapamış olacağım ki bana döndüğünü göremedim. Gür bir sesle irkildim!

 

"Hadi sor!"

 

Hemen kendimi toparladım lafı uzatırsam kem küm edeceğimi bildiğim için lafı uzatmadan direk söyledim. 

 

İstanbul Büyük Kulüp

 

"Efendim, okuyucular Mari Gerekmezyan ile aranızda geçen aşkı soruyorlar."

 

İçimden bir oh çekerek şimdi onun cevabını yüz hatlarımı değiştirmeden bekliyorum.

 

"Şöyle yapalım mı? Sen bana benden sonra bu konuyla ilgili yazılanları anlat; ben de cevap vereyim!"

 

Hiç böyle bir cevap beklemediğim için biraz durakladıktan sonra kendimi toparlayıp daha önce okuduklarımı ona anlatmaya başladım.

 

"Efendim, yıl 1949… Yer ise İstanbul Büyük Kulüp… Aralarında eşin Eren Hanımın da olduğu bir davette, davete katılanlar sizden bir şiir okumanızı istemişler. Siz de kabul ettikten sonra ayağa kalkıp 'Karadut' şiirinizi okumaya başlamışsınız."

 

"Şiiri okurken gözlerinizden süzülen yaşların nedenini, eşiniz dahil olmak üzere, tüm salon kimin için aktığını biliyordu. Bu çok duygulu cümleleri, yanınızda oturan eşiniz Eren Hanıma değil, kaybettiğiniz aşkınız Mari Hanıma yazdığınızı ve o akşamdan sonra eşinizin sizi terk ederek Paris'e gittiği söyleniyor."

 

Reis, bir anda Karadut'un bir bölümünü okumaya başladı.

 

Karadutum, çatal karam, çingenem

Nar tanem, nur tanem, bir tanem

Ağaç isem dalımsın salkım saçak

Petek isem balımsın a gülüm

Günahımsın, vebalimsin.

 

Onun sesinden ilk defa dinliyorum. İçinden gelerek okumanın ne demek olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

 

"Evet, Mari Gerekmezyan için yazdım. Eren Hanım'ın beni o geceden sonra bırakıp Paris'e gitmesi terk ediş değildi! Bunu söyleyenler kolayı seçmiş ve öyle yorum yapmışlar."

 

"Sanatçıların ileride yapacakları sanat faaliyetleri ve çalışmaları önceden  planlanır. Biz de Eren'in Paris çalışmasını daha önce planlamıştık. Gidiş tarihi tesadüf ya bu olaya rastlamıştır. Durum bundan ibarettir. Bu durumu daha iyi anlamaları için Eren'in Paris'ten bana yazdığı mektubu size okuyayım. Kelime kelimesine aklıma kazıdım."

 

Canuşkam,

Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum. O gece, senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri'nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.

Eren

 

"Şimdi daha iyi anladın mı neden beni terketmediğini dediğimi?"