Fatma Karahasanoğlu


İKİ BARDAK SU

SEDEF ÇİÇEĞİ


 

                                             İKİ BARDAK SU

 

                 Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş, hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış. 

Hükümdarın yaşamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş, günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş; “sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar kadar  güçlü, ister savaşçılar kadar onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim. Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?”

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak; “diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?”

“Verirdim tabii.”

“Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?”

Hükümdar biraz düşünür ve ardından, ölmemek için evet, der.

Bunun üzerine bilge kişi gülerek; “madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. 

Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca iki bardak su”

                                                    ***

                                           SEDEF ÇİÇEĞİ 

 

                   Mahkeme salonunda,seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. 

Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına; "Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?" dedi

Yaşlı kadın, derin bir nefes aldıktan sonra  kısılmış sesle; “Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."

Salonda derin bir sessizlik olur. Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti;  “Bizim bir sedef çiçeği vardı çok sevdiğim. O bilmez 50 yıl önceydi. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye.İyi gelirmiş derlerdi. 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kerede bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar. 

O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım. Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, herşeyimi verdim. Ondan hiçbir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hakim yaşlı adama dönerek; "-Diyeceğin bir şey var mı, baba?" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi.

Tane tane konuştu: "-Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime'mi de orada tanıdım. 

Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun. Lafım geçmedi. O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: "-Gece çiçeği sularsan geçer dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. Sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. 

Her gece, o çiçek ben oldum sanki. Her gece, o yattıktan sonra kalktım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey. Geçen gece de yaşlılık ben de uyanamadım. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım...Sesimi çıkartamadım."