Sefer BOSTAN


GERÇEK MÜFLİS (İFLAS EDEN) KİMDİR

Ebu Hureyre´nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasulü (s.a.s) arkadaşlarına şu soruyu yöneltir.


GERÇEK MÜFLİS (İFLAS EDEN) KİMDİR

Ebu Hureyre´nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Rasulü (s.a.s) arkadaşlarına şu soruyu yöneltir.

?Müflis kimdir, biliyor musunuz??  Ashab bu soruya?Bize göre müflis, parası ve malı olmayandır? şeklinde cevap verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber,

?Ümmetimin müflisi, kıyamet gününe; namaz, oruç ve zekat görevlerini yerine getirdiği halde, ona buna sövmüş, iftira etmiş, şunun-bunun (haksız yere) malını yemiş, kanını dökmüş, onu-bunu dövmüş olarak gelen kimsedir. Bu kişinin iyiliklerinin sevabından hak sahiplerine verilir. Borcu ödenmeden sevabı biterse diğerlerinin günahları ona yüklenir, sonra da cehenneme atılır.? buyurdu.

      İlk bakışta bu hadisten çıkarabileceğimiz anlam, İslam´ın sadece belirli ibadetleri yerine getirmekle hakkı verilebilecek bir din olmadığı, Müslüman´ın da yalnızca bazı ibadetleri uygulayarak dini görevlerini tamamlamış sayılmayacağı hususudur. Şüphesiz, namaz, oruç, zekat gibi ibadetler bu dinin temel rükünleridir. Kişinin namazı, orucu, zekâtı ve benzeri ibadet ve taatları onun iyilik kazanmasını ve sevap elde etmesini sağlasa da cennete girmek için bunlar yeterli olmaz. İnsanın bu ibadetleri yaparken dinin nihai amacı olan güzel hasletleri elde etmeye çalışması, dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayan güzel ahlakı hayatına yansıtması gerekmektedir.  

     İnsanları rahatsız ederek, haklarını gasbederek, onurlarını rencide ederek, onlara zulmederek iyi bir Müslüman olunamayacağı açıktır.  Özellikle maddî ve manevî yönü itibariyle, kulların haklarına tecavüz, amme mallarına hıyanet, Allah´ın affetmeyeceğini bildirdiği büyük günahlar arasındadır. Bu nevi günahları işleyenler, dünyada hak sahipleriyle helâlleşip tövbe etmedikleri takdirde, âhirette hak sahipleri onlardan haklarını alacak ve Allah´ın huzurunda hesaplaşacaklardır. Hz. Peygamberin ifadesiyle bu kimse müflistir (iflas etmiştir). Çünkü ahiret  sermayesini denkleştirememiş, kazandıkları hesap gününde borçlarına yetmemiştir.

     Hadisten çıkarabileceğimiz ikinci önemli husus, İslam´ın toplum içinde yaşanan bir din olduğu gerçeğidir. Cenab-ı Hak, elçileri aracılığıyla insanlara bazı kuralları, ilkeleri bildirmişse bunlar, bireysel olduğu kadar toplumsal hayatta da tezahür etmelidir. Dinimizde her koyun kendi bacağından asılır, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığına yer yoktur. Kur´an ve sünnetteki birçok hüküm insanlar arası ilişkileri düzenlemektedir. O halde İslam sadece zihinlerde ve gönüllerde yer alıp hayata etkisi olmayan soyut bir kavram değildir. Öyle olsaydı namaz ve oruç gibi dinin emrettiği kişisel ibadetleri yerine getiren kişi başkalarına yapılan haksızlıklar dolayısıyla cehenneme gitmezdi.

       Hadisten ders çıkarabileceğimiz başka bir husus şudur ki; bütün bir insanlık olarak aynı geminin içinde olan bizler bu gemide ister birbirimize, isterse gemiye zarar verelim, nihayet kendimize zarar vermiş oluruz. Birbirimizi öldürmek için geliştirdiğimiz silahlar, dünyaya hakim olmak için üretilen teknoloji, insanlar olarak yol açtığımız çevre kirliliği ve tahribatı sadece düşmanımızı değil dönüp dolaşıp bizi de vuracaktır. Kur´an-ı Kerim´in ifadesiyle ?İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar. Allah belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırır.?(Rum suresi, 41)

Öyleyse Müslüman olmamız ve İslam´ın kucağında doğmamız vesilesiyle ibadetlerimizin, Allah´a kullukta ve O´nun hoşnutluğunu kazanmada bizi hangi noktaya taşıdığının muhasebesini yapalım, Müslümanlığımızın hakkını verebilmek için Hz. Peygamberin örnekliğini dikkate alalım ve ebedi iflastan kurtulmanın yollarını arayalım. Bu da sözü, özü yaptığı işi ve düşüncesi birbirine uyan insanlar olmaktan,  sorumluluğumuz altında olan her şey bize emanet olduğu bilinciyle hareket etmekten geçiyor bunu asla unutmayalım. 

   Selam ve dua ile