Turhan Eyüboğlu


Geçmesin Günümüz Sevgilim Yasla

Geçmesin Günümüz Sevgilim Yasla


Geçmesin Günümüz Sevgilim Yasla

 

En sevdiğim şarkılardan biridir. Dokunaklıdır, buruktur! Hemen hemen tüm sanatçılar söylemiştir. İsteyen en çok dinlemek istediği sanatçıdan dinleyebilir. Böyle de bir şarkıdır. Şarkıya kendini kaptırdığında ağızdan değil de ruhunla söyleniyormuş gelir insana.

 

Annem: "Girişi en güzel Türk Sanat Müziği eserlerinden birisidir!" derdi ve doğru da derdi. Girişi çok güzeldir.

 

Genç bir delikanlı yeni taşınmıştır ahşaptan yapılmış iki katlı evine. Mahalleyi tanımak istediği için üst katta bulunan çalışma odasının penceresinden her sabah mahalleyi seyreder. Dışarıdan bakıldığında her şey yolunda gibi görünür. Orada otomatik işleyen bir makine gibi sabah gün açarken herkesin oda ışıkları yanar ve sonra karıncalar gibi herkes evinden çıkar işine doğru.

 

Zaman geçmiş, kimin ne zaman evden ayrıldığını ezberlemişti. Artık nisan yağmurları başlamıştı. Sabah insanlardan önce şemsiye çıkar oldu evlerden. Yazmak istiyor, bir türlü yazamıyordu. Oturduğu masanın karşısında bulunan pencereden seyrediyor caddeyi ilham gelir diye! İşte ilk defa yeni gördüğü biri çıkmıştı iki yaşlının oturduğu evden.

 

Ayağa kalktı, güneş biraz yükselmişti sanki onu daha rahat görsün diye! Ancak evden ayrılan kişi çıkar çıkmaz şapkasını takmıştı başına! Ne kadar gayret etse de göremedi yüzünü! Hızlı adımlarla yürüdü sokağı boydan boya ve köşeyi dönerek kayboldu gözden! "Akşam tekrar görürüm!" diye geçirdi aklından.

 

Hava kararmış, herkes işten evine doğru yola çıkmıştı. Pencereden seyrettiği mahallenin caddesi insanlarla dolmaya başlamıştı. Herkeste bir aceleyle eve ulaşma telaşı vardı. Tabii, ne de olsa kimi akşam yemeği yiyecek; kimi de akşam yemeği yapacaktı. Yani telaşın nedeni yemek yemek ve yemek yapmak üzerineydi. Ellerdeki filelerden öyle anlaşılıyordu.

 

Artık caddede kimse kalmamıştı. Masasına oturup oturmama konusunda düşünüyordu ki köşeden beklediği genç kadın çıkmış, ona doğru geliyordu. Sabah taktığı şapkası elindeydi. Kızıl saçları dalda dalga neredeyse belindeydi. Sokak lambasının aydınlatmasıyla kor gibi dudakları, ay gibi yüzünün içersindeydi. "Aman Allahım bu ne güzellik!" demeden kendini alamadı. Olduğu yerde rüzgarın vurmadığı mum ışığı gibi kalmıştı. Yanıyordu, ama kıpırdamıyordu.

 

İçinden "Yarın ilk işim sokağa inip onu yakından görmek olsun!" diye geçirdi. O akşam gözüne uyku girmediği gibi tek satır bile yazamamıştı. Sabah ışıklarıyla evinin önüne indi. Artık gözü karşıdaki evin kapısına kilitlenmişti. Belli bir zaman sonra kapının yavaşça içeri açıldığını görünce pardesüsünün yakalarını ayağa kaldırdı ve şapkasını düzeltti.

 

Kadın ona doğru geliyordu; işine gitmesi için onun evinin önünden geçerek caddeyi sonlandırıp köşeyi dönecekti. Artık göz göze gelmişlerdi. Kor gibi dudaklar ve kızıl saçları yakından görüyordu. Başlarını öne eğerek selamlaştılar. O sırada göz renginin ela olduğunu fark etti ve arkasından bakakaldı. Artık kadın köşeyi dönmüştü. Ne yapacağını şaşırmış, olduğu yerde kalakalmıştı.

 

Hazır evden çıkmışken hava almak için yürümeye başladı. O gün ne kadar yürüdüğünün farkına varmadan caddeleri onun hayaliyle gezdi. Kendine geldiğinde evden çok uzaklaştığını anladı. Önünden geçen dolmuşa binerek evine döndü ve "Ertesi sabah onunla nasıl konuşurum?" diye provalar yapmaya başladı aynanın karşısında.

 

Akşam pencereden eve gelişini seyredip erkenden yattı, sabah erken olsun diye. Bir önceki günün uykusuzluğu onu erkenden uyutmuştu. Sabah kalkıp saçlarını taradı, dişlerini fırçaladı, en güzel kokusunu yüzüne sıktı ve kapıya çıkıp konuşacağı dakikaları hayal etmeye başladı. Gözü karşıdaki evin kapısındaydı.

 

Kapının telaşla açıldığını gördü. Kadın evden dışarı bir telaşla çıktı. Ne olduğunu anlayamadı ve ona doğru yürüdü. Kadın ellerini ona doğru uzattı.

 

"Beyefendi bana yardımcı olur musunuz? Dedeme bir şey oldu!"

 

"Tabii ki... Ne oldu dedenize?"

 

"Bilmiyorum, mutfakta yere yığıldı!"

 

Koşarak eve girdiler. Kadının dedesi mutfakta boylu boyunca yatıyordu. Hemen gömleğinden bir iki düğme açtı. Kulağını kalbinin üstüne koydu; kalbi atıyordu. Yaşlı adam kahvaltı yapıyordu. Birden nefessiz kaldığını söyleyince boğazına bir şey tıkandığını anladı. Askerde onlara anlatılmıştı.

 

Hemen yaşlı adamı ayağa kaldırdı ve arkasına geçip sırtında güçlü baskılar oluşturdu. Yaşlı adam sert bir öksürmeyle sert ekmeği ağzından çıkardı ve nefes almaya başladı. Yavaşça onu mutfakta bulunan setin üstüne yatırdı. Genç kadın, dedesine sarılmış ağlıyordu. Yaşlı kadın, onun kızıl saçlarını okşayarak:

 

"Tamam kızım! Bak deden nefes almaya başladı!" deyip teselli ediyordu.

 

Genç adam bulduğu sandalyeye oturmuş, onları seyrediyordu. İçinden "Aşkla ve ihtirasla keşke başını benim göğsüme yaslasaydı!" diye geçirdi. Genç kadın kendini toparladı.

 

"Beyefendi siz olmasaydınız dedemi kaybetmiştik. Size çok teşekkür ederim!"

 

"Ne demek efendim! Faydalı olduğuma çok sevindim."

 

"Efendim isminizi öğrenebilir miyim?"

 

"Ben şair Şerafettin Aydınlık. Sizin karşınızdaki evde oturuyorum."

 

"Efendim çok teşekkür ederim! Ben de Ayfer. Sizi işinizden alıkoymayalım; tekrar görüşmek üzere!" deyip üstadı evden yolcu etti.

 

Üstat koşarak eve gitti. Kaç gündür yazmadığı mısralar aklına gelmiş, sıralanmıştı! Hemen çalışma odasına çıktı ve kalemi alarak yazmaya başladı.

 

Geçmesin günümüz sevgilim yasla

O güzel başını göğsüme yasla

Birleşebilir mi âh aşk ihtirasla

O güzel başını göğsüme yasla

 

Elâ gözlerinde menevişler var

Kor gibi dudaklar ve kızıl saçlar

Okşasam usanmam mahşere kadar

O güzel başını göğsüme yasla

 

İşte bu şiiri daha sonra Alaeddin Yavaşça kürdilihicazkar makamı ile giydirerek bizlere hediye etti. Emeği geçenlere sonsuz teşekkür ederim. Mekanları cennet olsun üstatların.

 

(Meneviş: Gözdeki beneklere verilen ad. Gözün renkli kısmında bulunan siyah renkli noktacıklardır. Herhangi bir görme problemi olduğuna işaret etmezler. Sadece renk pigmentleriyle ilgilidir.)