Turhan Eyüboğlu


Eski Dostlar, Eski Dostlar

Bazen bir şarkı, bazen bir eşya, bazen bir arkadaş beni alır zaman tüneline sokar çok gerilere götürür! Bir an


Eski Dostlar, Eski Dostlar 

 

Bazen bir şarkı, bazen bir eşya, bazen bir arkadaş beni alır zaman tüneline sokar çok gerilere götürür! Bir an, o anlarda görürüm kendimi, o anları yaşarım. Hiç aklıma dahi gelmeyen o zaman dilimindeki bir olay aklıma gelir ve "Bunu niye şimdiye kadar düşünmedim?" diye kendime şaşarım. Size de olur mu bu saydıklarım? Şimdi aklıma geldi! Sanki ben eskiden daha mutluydum! Yaptıklarımdan ve yaşadığımdan daha büyük bir zevk alıyordum. Siz de öyle miydiniz?

 

Çok şeye ulaşmak, çok şeyin olması bizim yaşımızdaki insanları çok da mutlu etmiyor. Gözlüyorum, insanlar eski zamanı konuştuklarında veya eski sevdiği bir arkadaşını gördüğünde sanki daha değişik bir mutluluk yaşıyor. Yaşam sevinci yenileniyor. İki beden karşılıklı dursa da insanın ruhu zamanlararası yolculuk yapıyor gibi geliyor bana. Sanki eski insanlar hayattan daha çok haz alıyordu. Şimdi sanki tam insan olamıyoruz.

 

Zamandan tasarruf etmemizi sağlayan teknolojilerimiz var. Mekandan tasarruf etmemizi sağlayan beton katlar çıkıyoruz. Ulaşımı neredeyse bir nefes aralığına sığdırdık; ancak bu hengamenin içinde gittikçe kayboluyoruz. Artık neredeyse her yerde kendi ışığımızı ürettik. Şehirlerimizi güneşin ışığı gibi aydınlattık. Ancak gökyüzündeki en doğal ve en zarif ışıkları göremez olduk. Daha da ilginci gökyüzüne bakmayı bıraktık.

 

Evet, şimdi bunları niye yazdığıma geleyim. Selçuk Ecza Deposunun müdürü dostum Sayın Yusuf Kutlu beni geçenlerde eski dostların toplandığı bir yemeğe davet etti. İşte orada öyle bir zaman tüneline girdim ki zamanlararası yolculuğun hazzını, sevincini yaşadım. Yıllardır görmediğim dostlarımı, arkadaşlarımı gördüm. Yıllardır hatırlamadığım anılarımın içinde gezinti yaptım. O anları o duyguları yaşadım.

 

Ne gariptir her şey güzel geliyor bana eskileri hatırladıkça! Kötü bir şey de olsa konuştuğumuzda güzel bir şeymiş gibi anlatıyoruz birbirimize. Ne tuhaf değil mi? 

Kazalar konuşuldu, hastalıklar konuşuldu, ölümler konuşuldu. Diğer konuşmaların arasında kaybolup gittiler. Kötü bir şeyi sanki silgiyle silip yenisini yazar gibi olduk o yemekte.

 

Saçlar beyazlamış, postürde hafif eğilmeler başlamış, ayaklar yılların yorgunluğunu "Ben daha çekemem!" dercesine kendini ön plana almış. Göz altı torbalar öne çıkmış. Yanaklarda sarkmalar oluşmuş. Beden her türlü değişikliğini ortaya koymuş, ancak ne hikmetse ruh "Ben burdayım; ben o yıllardayım!" dercesine bedene aldırış etmemeyi arttırmış. Masalar o gece bu iki belirleyicinin çekişmesine sahne oldu. Fotoğraflar çekiliyor, şakalar yapılıyor; zaman, zaman içinde kayboluyor.

 

Dostlar sohbette zaman tüneline dalmış. Kimi seksenlerde, kimi doksanların içinde kendini bulmuş. Kimi hayranlıkla bir başkasının değişmeyen haline kimi "Bu ne değişiklik?" diye bakıyorlar birbirlerine. Kim bilir neler düşünüyorlar yaşamın içinde geçirdikleri birliktelikte. Kimi Ordu’da, kimi Erzurum’da, kimi Samsun’da, kimi Giresun’da olan anıları anlatıyorlar kendi aralarında. 

 

Kimi "Bu masanın fotoğrafını çekin; bir dahaki toplantıda yoklama yaparız!" diye bağırıyor. Kimi "Siz bizi yolcularsınız!" diye karşılık veriyor. Gülüşler, laf atmalar, birbirini selamlamalar, kadeh kaldırmalar, zamana balıklama dalmalar derken şimdiki zamana dönüşten sonra ayrılık gelip çatıyor, çok sevdiğin bir filmin sonu gibi. İşte yıllar arasında yapılan yolculuğun hatırlattıkları başka bir toplantıda konuşulmak üzere rafa kaldırılıyor.

 

Teşekkürler Selçuk Ecza Deposu. Teşekkürler Sayın Yusuf Kutlu