Turhan Eyüboğlu


Enginde Yavaş Yavaş Günün Minesi Soldu

Enginde Yavaş Yavaş Günün Minesi Soldu


Enginde Yavaş Yavaş Günün Minesi Soldu

Maçka’da bahçemizde bir mine çiçeğimiz vardı. Bildiğiniz üzere mine temmuz ve eylül ayları arasında rengarenk çiçekler açar. Narin bir görüntüsü vardır. Ancak görüntüsü sizi aldatmasın; naz ve kapris yapmaz, üstelik fazla da bakım istemeyen bir çiçek türüdür.

Hazır yeri gelmişken bunu size anlatmak isterim. Bu çiçeğin bir adı da "Unutma Beni" çiçeğidir. Bir rivayete göre Tuna Nehri kıyısında iki sevgili yürüyüşe çıkarlar. Kız nehrin üstünde mavi bir çiçek görür. Sevgilisinden bu çiçeği almasını ister. Delikanlı, sevgilisinin çiçeği arzu etmesi üzerine azgın nehre girer ve nehrin sularına kapılır. Fakat nehrin sularına kapılmadan önce son bir hamleyle çiçeği alır ve sevgilisine doğru atar. Ona 'Vergiss mein nicht!' diye haykırır. Bunun manası "Unutma Beni"dir. Böylece çiçeğin adı bazı yerlerde "Unutma Beni" diye anılır olur.

Kaprisi ve nazı olmayan bu çiçek ne yazık ki soğuğa karşı dayanıklı değildir. Kış ayı geldi mi ilk don olduğunda donar ve kaybolur. İşte bu çiçekle ilgili konuştuğumuzda annem 'Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu!' şarkısını mırıldanırken 'Keşke üstünü örtseydik!' diye hayıflanırdı. O çiçek zamanla kurudu. 'Soğuğa dayanamıyor!' diye de bir başkasını almadık.

Şimdi bunu yazarken aklıma geldi! İklim değişti; kış ayları eskisi gibi çok soğuk olmuyor. Belki bir tane alıp denemek lazım. Ancak ona şarkı söyleyecek biri olur mu Maçka’da onu bilemiyorum!

Neyse, biz şarkımıza dönelim. Yıl 1888 Adana Eğin’de dünyaya bir çocuk gelir. Adını Ali Vecdi koyarlar. Babası Hafız Vahdi Efendi'den Arapça ve Farsça öğrenir. İstanbul Darülmuallimîn Mektebi'ni bitirerek İstanbul'da öğretmenliğe başlar. Öğretmenlikten emekli olduktan sonra Âşiyan Müzesi'ne müdür olur. Kendisini çok iyi yetiştirmiştir. Güzel fiziği, modern giyinişi içinde tam bir İstanbul beyefendisidir.

 

Üstat 1916 yılında Bedia Hanım’la evlenir. Bedia Hanım ne yazık ki genç yaşta verem hastalığına yenik düşerek ölür. Yaklaşık iki yıllık evlilikten sonra eşini kaybeden Vecdi Bingöl, eşinin ölümünden duyduğu üzüntüyü mısralara döker.

Vecdi Bingöl, zarif tavırları ve dürüstlüğü ile örnek bir beyefendi idi. Her zaman İstanbul Türkçesi ile konuşur, herkesi saygılı davranışlarla karşılar, konuşmaları zevkle dinlenirdi. Giyimine her zaman özen gösterir, yelekli takım elbise giyer ve kravatsız gezmezdi.

Bildiğiniz üzere seher vakti ile günbatımı zamanı, çoğunlukla sanatkarın ilhamını ortaya çıkardığı ve üretkenliklerini arttırdığı bir zaman dilimi olarak bilinir. İşte bu zaman diliminde üstat Boğaz'a gider ve uzun uzun Boğaz'ın akan sularını izlerdi.

Gönlünü ve ruhunu ateş gibi yakan akşam güneşi batmaktadır. İçinden "Belki de hiçbir ressamın hala bulamadığı kızıllıklar, akşamın getirdiği renkler, sesler ve duyguları görmekteyim!" diye geçirir.

Artık güne veda ederken güneş ufukta solmamak için direnmektedir. Güneş her zamanki köşesine çekilmek üzereyken sanki kainatı yakıyormuş gibi kırmızı olmuştu. Akşamın yalnızlığı ve güneşin batışı üstadın değişik duygulara girmesine neden olmuş, bir ressamın tablosuna indirdiği fırça darbeleri gibi beyninden gönlüne gelen mısralar dalgaları oluşmuştu.

 

Akşamın sessizliğini gurbetin kimsesizliğine, kuşların uykuya varmasına, gölgesinin boğaz sularına inmesine, güneşin batmasını da minenin solmasına benzetmişti. İlk evliliği, yaşadıkları ve yaşamın devam ettiği gerçeği onu sıkı sıkı sarmıştı. Patlayacak bir volkanın huzursuzluğunu içinde hissetti. Bir iki adım atıp arkasında olan banka oturdu.

Boğazın hafif esen serin havasını içine çekti. Ardından bir daha uzun bir nefes aldı. Yavaşça ayağa kalktı. İlk olarak Boğaz'ın sularına baktı; daha sonra güneşin battığı noktaya gözünü kaydırdı. Artık kafasında şekillendirdiği kelimeleri sessizliğin hakim olduğu boşluğa söylemeye başladı.

Enginde yavaş yavaş, günün minesi soldu

Derdim bana arkadaş, bugün de akşam oldu

Gölgeler indi suya, kuşlar vardı uykuya

Gurbeti duya duya, bugün de akşam oldu.

Su yürür fısıldaşır, gider yâre ulaşır

Yolcu yolda dolaşır, bugün de akşam oldu.

Ezberi çok güçlüydü. Belleğinde oluşturduğu kelimeleri yazıya dökmese bile unutmazdı. Çok üretken ve ulaşılamaz bir duygusal zekaya sahipti.

Ali Vecdi Bingöl’ün bestelenmiş eser sayısının toplamı 988 olduğunu ve bunlardan 700 adedinin bestekâr Sadettin Kaynak, 288 adedinin ise diğer bestekârlar tarafından bestelendiği biliyor muydunuz?

Ha unutmadan, büyük üstadın doğduğu küçük kasaba için bir şey anlatmak isterim. Bu küçük kasaba halkı, milli mücadelede Atatürk’e, binlerce süvari ile yardım önerisinde bulunduğu için bu hizmetleri Atatürk tarafından unutulmamış ve Atatürk, kendi adını buraya bağışlamıştır. Bu nedenle Eğin’in adı Kemaliye’ye dönüşmüştür.

Bir daha bu kadar üretken insanlar gelir mi bilmiyorum. Mekanı cennet olsun.