DUYGU KARAHASANOĞLU


ÇOCUKLUĞUMUN SÜHEYLA ABLASIYDI

ÇOCUKLUĞUMUN SÜHEYLA ABLASIYDI


ÇOCUKLUĞUMUN SÜHEYLA ABLASIYDI

                   Bizim mahalle bana göre diğer mahallelerden çok daha farklıydı. Komşuluk ilişkisinin  tadına doyum olmayacak nitelikteydi.

Eski Erzurum yolu üzerinde olan mahallede, birinin derdi diğerinin derdi sayıldığından birlikte  sıkıntılar paylaşılırdı.

Öyle  ya! Acılar; paylaşıldıkça azalmaz mı? Sevinçlerde; paylaşıldıkça, çoğalmaz mı?

İşte bizim mahalle böyle bir mahalleydi.

Hele fındık toplama zamanı geldi mi, misafirleri de artardı. Süheyla abla, fındık toplama aylarında Maçka’ya bizim mahalleye gelirdi. Aslen Rizeli olan Süheyla abla, annemin halasının oğlu Atilla abiyle evlenince, Maçka’nın gelini oldu. Her ikisi de eğitimci olup uzun yıllar yöneticilik yapmışlardı.

               Çift daire olan evimizin altı fındık deposuydu. O zamanlar Maçka’nın fındığı FİSKOBİRLİK’e karne karşılığı satılır, alınan fındıklarda evlerin altındaki depolarda muhafaza edilirdi. 

               Yedinci sınıfa geçtiğim yazdı. Kavurucu sıcaklık doğanın her karesinde kendini hissettiriyordu. Süheyla abla, eşi Atilla abi Rize’den fındık toplamak için Maçka’ya gelmişlerdi. Annemi abla gibi seven Atilla abi, yine şen şakraktı. Anneme takılmadan duramazdı. İki kuzen arasındaki samimiyet düşman çatlatırcasına güzel ve özeldi.

Süheyla abla, kendi öz şivesiyle araya girmeye çalışsa da, çoğu zaman yapılan esprileri anlamazdı. Süheyla ablada onları kendi haline bırakır, biz gençlerin yanına gelirdi. Mahallenin diğer kızlarıyla bir arada oturduğumuzda Süheyla abla kendine has şivesiyle taklit yaparak bizi güldürürdü. O geldiği zaman tüm mahalle bir evdeymiş gibi yemek yer,içer  gülüp eğlenirdi.

Yaz olduğundan mahallenin bir çok evi boşalırdı. Köylerine giderlerdi. Kalan evlerde birbirine akraba olduğundan samimiyet daha fazla olurdu. 

               Süheyla abla, fındık toplama işini çok sevdiğinden, iyi yapıyordu. Atilla abinin Kapıköyde, Yeşiltepe(Hacevera) mahallerinde fındık bahçesi vardı. Her iki mahalledeki bahçelerine sabah erkenden fındık toplamaya gider, akşama dönerlerdi. Toplanan fındıklar çuvallanıp daha sonra mahallede yine akrabamız olan evimizin karşındaki İlyas amcanın altı garaj üstü beton olan yere dökerlerdi. 

Süheyla ablanın da fındık çubuklama işi artık başlamıştı. Kavurucu sıcağın altında saatlerce fındığı kafkaldan çıkarmak için çubukla döverdi. Annem de, bizim fındığı evimizin  üst katındaki terasa döker, o da teyzemle birlikte fındığı çıkarmak için kafkalı çubukla döverdi. O yıllarda patos olmadığından fındık harman yerinde elle çıkartılırdı. Fındık dövme işi biter bitmez, annem terasın kenarından Süheyla ablaya; “Süheyla, yandın piştin, daha bitmedi mi? Sabahtan beri ordasın. Hala ne yapıyorsun. Yemekte yemedin. Vurduğun fındıkları artık kafkaldan ayır. Taneler yere düştü. Onları görmüyor musun? Fındıklar çay değil ki?  ” Dedi.

Süheyla abla, başını kaldırarak; “yok bitmedi. Ama bitecek. Benden fındıkların kaçarları yok. Ya onlar beni öldürecek ya ben onları. Biraz daha tane olsun. Ama çay toplama bu işten daha kolay. Bu nedir? Valla fındık bahçesinde bu kadar zorlanmadım.” Dedi

Annem ve Süheyla abla arasında sürüp giden öz şiveli konuşmayı  dinlemek çok güzeldi. Hele birbirlerine sataşmaları sonrada, gülmeleri gerçekten bitirimdi. Her ikisinin de güneşten kızaran tenleri onları bambaşka biri yapmıştı. Akşama kadar fındıklarla uğraşıp dururlardı.

Yemeğe vakit bile ayırmak onlara zaman kaybı gelirdi.

                 Geçen hafta Çarşamba sabahı Süheyla ablanın ölüm haberini aldım. Çok üzüldüm. Çocukluğumun Süheyla ablası ölmüştü. Allah rahmet eylesin. Ruhu şad olsun.