DUYGU KARAHASANOĞLU


BUNDA DA BİR HAYIR VAR

Padişahlardan biri, adını anmanın bile insanı ürküteceği korkunç bir hastalığa yakalanmıştı. Hekimler tedavisine imkân bulamadılar


BUNDA DA BİR HAYIR VAR

 

            Padişahlardan biri, adını anmanın bile insanı ürküteceği korkunç bir hastalığa yakalanmıştı. Hekimler tedavisine imkân bulamadılar. Yalnız şu nokta üzerinde ittifak ettiler: Şu ve şu şekilde bir insanın ödünden başka bu derdin çaresi yoktur. Padişah emretti, aradılar, taradılar, istenilen nitelikleri bulunduran bir köylü çocuğu buldular. Padişah, çocuğun annesiyle babasını çağırtarak birçok para ve ihsan karşılığında onları ikna etti. Kadı da, ?Padişahın selâmeti için ahaliden birinin kanı dökülebilir? diye fetva verdi. Yapılacak iş kalmadı. Çocuğu cellâda teslim ettiler. Cellât, vazifesini yapmaya hazırlanırken, çocuk başını semaya kaldırarak acı acı gülmeye başladı. Çocuğun bu gülmesi, padişahın merakını çekti, çocuğa dedi ki: 

-Şu hal, senin için gülecek bir hal değildir. Söyle, niçin gülüyorsun? 

Çocuk dedi ki:  -Evlâdın nazını çekecek, anasıyla babasıydı. Onlar beni değersiz bir menfaat karşılığında feda ettiler. Dava, kadılar huzuruna çıkarıldı, adalet onlardan beklenirdi. Onlar da katline fetva verdi. Padişah ise, kendisinin sağlığını benim kanımın dökülmesinde görüyor. Şu halde Allah´tan başka yardımcım kalmamıştır da ...

Ey Allahım, halimi kime şikâyet edeyim. Adaleti ancak senden beklerim, çünkü sen şanı yüce olansın.

Padişah bu sözlerden pek üzüldü, gözleri yaşardı. ?Masum bir yavrunun kanına girmektense benim ölmem daha iyidir? diyerek çocuğu bağrına bastı, öptü, okşadı ve birçok bağış ve ihsan yaparak onu serbest bıraktı. Rivayet ederler ki padişah o hafta içinde devasız derdinden iyileşti.

                                   ***

             Bir zamanlar Afrika´daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. 

       Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: 

-Bunda da bir hayır var!

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. 

    Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi: -Bunda da bir hayır var!

Kral acı ve öfkeyle bağırdı: 

-Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?´ sonra da  arkadaşını zindana attırdı. 

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. 

-Haklıymışsın!´ dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.

-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var.

-Ne diyorsun Allah aşkına?  Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir? 

-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene.