Turhan Eyüboğlu


Bugün 15 Şubat Maçka'nın Kurtuluşu

Bugün 15 Şubat Maçka'nın Kurtuluşu


Bugün 15 Şubat Maçka'nın Kurtuluşu

 

Sizler her yıl Maçka'nın kurtuluş gününde siyaset yapan değişik insanlardan hep aynı konuşmaları duymuşsunuzdur. Ben size Maçka'nın 102. kurtuluş yıldönümünde şimdiye kadar hiç duymadığınız beş isimsiz kahraman kadından 100 yıl geriye giderek bahsedeceğim. Bu beş isimsiz kahraman kadın, günümüze bir şiire konu olarak geldiler.

 

Artık sabah ışıkları görülmeye başlamıştı Vadon'un üstünden. Güneş, ormanın sıklığından zorlanıyordu ışıklarını ormanın içine sokarken. Dışarda bir ses duydu Mehmet.

 

Ali Yemen:"Kadınlar gelmiştir!" dedi. Yavaşça dışarı çıktılar.Karşılarında beş kadın duruyordu. Ali Yemen kadınları alarak içeri girdi. Kadınlar ayaktaydılar.

 

Mehmet:"Buyurun, oturun!" dedi. Kadınlar yavaşça arkalarında bulunan boş çuvalların üstüne eğreti bir şekilde oturdular.

 

Mehmet, kadınlara baktı ve konuşmaya başladı.

 

"Bildiğiniz gibi Rus birliklerini topraklarımıza sokmak istemiyoruz. Eğer engeleyemezsek köylerimizi zapdettikten sonra, emin bir şekilde yaşayamayacağımızı, kapımızı açık bırakamayacağımızı biliyorsunuz değil mi? İnanın başkaları sizin yaptığınız bu kutsal görevin farkında olacaklar, çabalarınızı alkışlayacaklardır. Hepimiz birbirimize yardım edersek bu ülke ancak kurtulur.Bunu biliyorsunuz değil mi?"dediğinde kadınlar istemsizde olsa başlarını aşağıya yukarıya sallayarak Mehmet'e hak verdiler.

 

Mehmet, kadınlara mermileri nereye götüreceklerini ve nasıl davranacaklarını bir bir anlattıktan sonra kadınların daha önce hazırladıkları yüklerini sırtlarına vererek onlara "Bu savaşı kazanmamız sizin elinizde!" diyerek yolculadı. Artık herşey kadınların başarısına bağlıydı. Mehmet, subay Hurşit'e Cevizlik'te buluşmada Hrisantos çetesinin oralarda olabileceğini söylemiş, akşam kararmaya doğru onların da kadınların geleceği yola doğru gelmelerini tembih etmişti, herhangi bir sorun çıkarsa diye.

 

Zigana'nın sırtını güneşe dönmüş yamaçları artık çocuklara ve yaşayanlara korku salan etekleri haline gelmişti. Güneşin doğmasıyla kokan çiçekler, uçan böcekler yerini kurulan pusulara, ineklerin çıngırak sesleri silah seslerine bırakmıştı bu doğa mucizesinde. Bazende ses duyulmasın diye haince kurulmuş pusunun sırtını yararcasına saplanan hançerin içinde kopardığı ses, dışarıdaki sessizlikte kayboluyordu.

 

Dört çocuğu var birinci kadının. "Kimbilir şimdi ne yapıyorlar ocağın başında?" diye düşünüyordu çocuklarını. Küçüğü henüz yeni başlamıştı yürümeye.  On yaşındaki o ilk göz ağrısı Ayşe'si onu koruyabilecekmiydi? "Ayşem kardeşini korur!" diye telkinde bulunuyordu yükün altında ezilmiş, ama cesaret dolu yüreğine. Aklı geride, gözleri dağın eteklerinde, tepeye kıvrılan çamların arasında geziyordu pusuya düşmemek için.Bir atmaca gözüyle süzüyordu ormanın içini bakabildiğince.

 

Kadınların ikincisi bir yıllık gelin. O yoksul, ama mutlu olduğu o bir yıllık günler gelip geçiyor gözünün önünden. Kocası, Turnagöl yaylasında savaş alanında. Ona bir şey olmasın diye dua ederken hiç gözünü ayırmıyor ormanın içindeki karanlıktan. Bir eli sırtındaki yükün ipinde, bir eli karnındaki yavrusunun üstünde. Geleceği bilmeyen bebeği karnında, eli tetikte, yüreği evinde, savaşta olan sevdiği eşi bütün sıcaklığıyla bir gölge gibi yanındadır.

 

Üçüncüsü Balkan savaşından sonra görmemişti kocasının bir daha yüzünü. Artık oda hatırlamıyor yüzünün şeklini. Boyunun uzun olduğunu eski zıpkasından anlatıyor çocuklarına. Eşinden kalan tek yadigar zıpkasını yatak odasının duvarına boyunu anımsamak için asmış. Çocukların küçüğünü pantolona sarılırken görmesi gözlerinde yaş, kalbinde kırılmadık yer bırakmamış olacak ki otuz beş yaşında olmasına rağmen kendi yaşınıda hatırlamıyordu.

 

Dördüncüsü çoktan unutmuş gençliğini!Akı, karasından çok saçlarının.İşinin başında ölüm kalım savaşındadır. Savaşa giden yavuklusunu beklemekle geçmiş ömrü. Hayatından savaş hiç eksik olmamış, kara kaşlı, güler yüzlü olarak hatırlıyor savaşa giden yavuklusunu. Tek hatırladığı bu kalmış o fidan gibi delikanlıdan.Kader demiş yaşadıklarına! Şimdi nerede savaş kelimesini duysa yavuklusu aklına geliyor. Savaşın üstüne kavuşacakmış gibi gidiyor.

 

Beşincisi ellilik bir dul... Kocası,Yemen'demi Sina Çölü'ndemi nerede kumların altındadır, diye hatırlamıyor. Evlendiğinde daha çocukmuş. Karnı aç, sırtı çıplak büyümüş iki oğlunu büyütmek için. Her türlü yokluğu görmüş, çocuk olamayışını, kocanın olamayışını en zoruda yoklukta çocuk büyütmenin ne olduğunu iliklerine işlercesine görmüş. Ne yoklukla büyüttüğü çocuklarıda Sarıkamış dağlarında Buz Kenti denilen yerde, Kurtuluş Savaşındadır.

 

Beş kadın, beş yürek çarpar bircesine! Düğünde bıçak oynar ercesine!Orman içinde sürüne sürüne giderken ağırırdı dizleri. Bu aylarda soğuk olur Zigana'nın dağları.Bir bıçak ayırır yazı kıştan!Gece kurşun kesilir!İnsanın omuzlarında yük büyür! Gözünde yoğunlaşan yokuştan beş kadın yürüyecektir karanlığın kucağında siperlere doğru.

 

Bu kadınlar, bir orman gibi mermi taşıyacak, eti kemiğine yapışmış beş insandı. Sessizliğin örtüsüne bürünmüş yüreklerinde, bağımsızlık özlemi daha kitapların bilmediği bir destandı. Yükleri kiloca ağır, en zoruda sorumlulukları taşıdıkları yükten de ağırdı. Bağımsızlık için kendilerini feda edecek kadar öncü, yürekleri bir canavarla savaşacak kadar korkusuzdu.

 

Kendilerini karaçamların arkasında,Bekçiler'de, Trabzonlu Metropolit Hrisantos çetesinin kara bakışlarıyla beklediklerini biliyorlardı. Mehmet, Hordokop'ta menzilenmiş 28. Alayın 1. Taburuna mermilerin gitmesinin gerekliliğini, her şeyin onlara bağlı olduğunu gözü yaşlı olarak anlatmıştı, onların kadersizliğini bilerek.

 

 

 

Hamsiköy deresi dik akar, geçit vermez baharda. Çamur kokar suları, içilmez karlar eridiğinde. Hamsiköy deresinden geçecekti bu beş kadın. İçilmeyen sulardan içecekti bu beş kadın! Yük ağır, içmesen olmaz; içsen, karsuyu yüreğe saplanan bir bıçak gibi geçiyor boğazlarından. Mola verdikleri yerde kuru bir ekmeği, ıslak bakışlarıyla çocuksu duyguya sarılarak sıcak ekmeğin kokusunu alır gibi yediler.İkinci kadın özgürlüğün türküsüne susamış, karnında bebeği, sırtında mermi yüküyle ayağa kalktı yola devam etmek için.

 

Beş kadının yüreğinde, insanca yaşamanın daha tomurcuğa dönüşmemiş emeğinin karşılığını almak ve bu işgalden kurtulup sevdiklerine kavuşma heyecanını saklı tutmanın azmi vardı. Beş kadın bu toprakları korumak için yemin etmişti sevdikleri üzerine.Zaten sevdikleride bu uğurda ölmemişlermiydi?

 

İngilizlerin çeliğe su verdiği Hrisantos çetesi, bilenmiş bıçak gibi öfkesini kusmak için pusuda beklemektedir. Satılmışların ihbarını alan Hrisantos çetesinin gözünde beş kadın, beş erkekti. Cuma akşamı yavaş yavaş alacakaranlık gökyüzüne seriliyor bir sis bulutu gibi.

 

Beş kadın, yorgunluğun ezikliğinde ısıtır ılık soluklarıyla avuçlarını. Birbirlerine bakarak bir kedi sessizliğiyle ormanın içinde yürürler gözleriyle konuşarak. Dağ soğuğunda sıcacık yürekleri, karlı dal gibi iki büklüm olmuş belleriyle ve sessizce yürümeye devam ettiler Zigana'nın dumanlı eteklerinde. Beş kadın, yiğitçe sırtlarında yük, canları dişlerinde orman yolundan yürüdükçe yürüdüler.

 

Bir anda gözleriyle bir ses duyduğunu bildirdiler birbirlerine.Bir kedi çevikliğiyle oldukları yere çöktüler. Yukarıdan baksanız beş odun yığını gibi görülüyorlardı o yüklerin altında. Ama nafileydi; Hrisantos çetesi satılmış köylüden almıştı geçecekleri yeri. Karaçamların ıssız serinliğinde çıktı çete karşılarına; çevirdiler beş kadını. Kadınlar yavaşça ayağa kalktılar.İçlerinden biri bağırdı:

 

"Sırtınızdaki yükleri sessizce indirin."

 

Kadınlar gözlerini, en büyükleri olan ellilik dula çevirdi bu sesten sonra. "Karaçamların altında, kara yazgınızın size oynadığı oyun bilir. Yazgınızın karası yıkmaz insanı, yürek kararmayınca!Bıçak kemiğe dayanmadan bilinmez özgürlüğün değeri!" diye geçirdi ellilik dul kadın aklından. O ses tekrar bağırdı:

 

"Hepinizi burada öldürürüz!Hemen sırtınızdaki yükleri bırakın!"
 

 

Beş kadın, bu gözdağı karşısında irkilmediler bile. Beşide namluda beş mermi gibi ölümün üstüne yürüyeceklerine yemin etmiştiler. Çeteden pala bıyıklı biri, iki ağızlı kamasını göstermeden birinin sırtındaki yükü tutan ipleri kesti. Yüklerin devrilmesiyle içindeki mermiler etrafa saçıldı. Bunu donuk gözle seyreden beş kadın kınından çekilmiş bıçak gibiydi.

 

Hrisantos çetesi, hemen yukarıda olan 1. tabur bu olayı duymasın ve yardıma gelmesin diye işlerini silahla değil, iki ağızlı, o çok güvendikleri kamalarıyla yapacaktılarHrisantosun Vazelon manastırını soyan beslemeleri. Beş kadının en gencinin yükü bırakmamasını görünce hızlı oynanan bıçak oyununun çevikliğinde kesti kızın parmaklarını.

 

Kızın ağzından tek bir kelime çıkmadı.Yere savrulan mermilerin sesinden başka bir şey duyulmadı ormanın içinde. Genç kızın parmaklarını kesen ve palabıyıklı olan şimdi ellilik dulun karşısına geçmiş ona bakıyordu. Beş kadından ellilik dulun sol eli yükün ipinde sağ eli ise bel kuşağının içindeydi. İçinden "Bütün zalimler korkak olur; su içerken yılanın dokunmadığına kendini güçlü, korkusuz göstermek için ölüm döşeğinde pusu kurup dokunur!" diye geçirdi.

 

Donuk gözlerle önündeki iki kişiye bakarken kızın parmaklarını kesen çevikliğin sadece kendinde olduğunu düşünerek kamasını elinde hızlıca çeviriyordu. Pala bıyıklı başına geleceğin ne olduğunu bilmeden o bakışın tesiri altına girmişcesine uyuşmuştu. Ellilik dul, gözlerini yanındaki dört kadına çevirdi ve bakışlarıyla ne söylemişse kadınlar bir adım geriye doğru hareket etti.

 

Karşısındakiler ne olduğunu anlamadan ellilik dul o donuk bakışını bir kaplan bakışına çevirerek kuşağının içinde bulunan sağ elini çekmesiyle çıkardığı toplu tabanca yalımlarla söylerken ilk türküsünü karşısında bulunan Hrisantos çetesinin iki elemanını alnından vurdu. Kozağaç köyünün üstünde bulunan 1. Alayın askerleri yürüdüler sesin üstüne doğru. Mermilerin geleceği yolu bildikleri için onlarda bir pusu kurulur diye güvenliklerini alarak beş kadına doğru geliyorlardı.

 

Bekliyorlardı mermileri. Silah sesinden anlamıştılar bir şey  olduğunu.Havaya ateş açarak karşılık verdiler Hrisantos çetesine. Ellilik dul, karşısındakileri sermişti yere. Diğerçete mensupları ormanda siperdeydi.Ellilik dulun silahlı eli havada diğer eli yükün ipindeydi.Diğer dört kadın yüklerini siper ederek kendilerini koruyorlardı mermiden. Ölüm gel, dercesine bekliyordu ellilik dulun eli havada.

 

Aklından kocası, çocukları geçiyordu o kısacık zaman aralığında. Yukarıdan gelen silah seslerinide duymuştu. Artık mermilerin yerine vardığını biliyorduo heykel duruşuyla. Kadınlar bir anlam veremiyordu ayakta duruşuna. Ellilik dul görevini yapmış, artık kocasına ve çocuklarına kavuşmak istiyordu.

 

Sadece bir sesi kendisinin değilde başkalarının duymasını istiyordu. İşte, dört kadın duydu o sesi; bu bir mavzer sesiydi. Ellilik dul arkasında bulunan yükün üstüne doğru devriliyordu dört kadının gözü önünde. Yük ağır, yük kaba... Ellilik dul kadının yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle yükte asılı kaldı. Acıların en derinini çeken, yoklukların en zoruyla baş eden cesaretin yaşta ve bedende olmadığını, yürekte olduğunu gösteren kadın artık görevini yapmış ve kocasına ulaşmıştı.

 

Dört kadın donakalmıştı. İkinci kadının parmaklarının kesilmesi ile akan kan akmaz olmuştu. Çamların çevirdiği o küçük düzlükte zaman durmuştu. Yukarıdan gelen seslerden askerin çok yaklaştığını anlayan Hrisantos çetesi karanlığın içinde kaybolmuştu. Askerlerin başında önde gelen subay Hurşit ve arkadaşları küçük düzlüğü sarmış, yavaşça kadınlara doğru ilerliyordu. Kadınlar askerlerin onları kurtardığına değilde ellilik dulun yanına gitmek için o heykel gibi kaldıkları andan kurtulmuş, o kahraman kadının önünde diz çökmüş ağlıyorlardı.

 

Ormanda artık ne silah sesi, ne kuş sesi duyuluyordu. İnsanın beynini etkileyen bir sessizlik çığlığı vardı. Dört kadın tek vücut olmuş, tek nefes alıyormuş gibi çöktükleri yerde kalmıştılar. Hurşit'in kadınlara "Başımız sağolsun!"demesiyle sessizlik bozulmuştu. Hurşit, askerlere işaret vererek ellilik dulun asılı kaldığı yükün üstünden aldılar, incinmemesi için yavaşça yere yatırdılar. Hurşit, bu sevkiyatın ihbarının yapıldığını anlamıştı. Kadınları tektek tutarak ayağa kaldırdı. Sağlık erine ikinci kadının parmaklarının pansumanını yaptırdı.

 

Kadının parmaklarının kopup düştüğü yerde mor açmış çiçekler vardı. Sanki parmaklar kopup yere düştüğünde parmak şeklinde mor çiceklere bürünmüştü. Daha çocuğunu doğurmadan, eline almadan, onu saracak parmaklarını kaybetmiş; ancak çocuğunun geleceğini belkide kurtarmıştı. Hurşit, hemen askerlerine bir sal yaptırdı.Ölen kadını salın üstüne koydurdu. Orada yazdığı kısa bir mektubu Mehmet'e ulaştırması için kadınların birine vererek onları yolculadı.Kadınlar, sabah mermi taşıdıkları yoldan artık kader birliği yaptıkları ablalarını getiriyorlardı Meksila'ya (Cevizlik) doğru.

 

Bu beş isimsiz kahraman kadını bize kadar ulaştıran büyüğümüz, yazar İsmet Zeki Eyüboğlu'na minnettarım. Bu yazı, gerçek öyküden 'Beş Kadın' şiirine, oradanda bu yazıya dönüştürülmüştür. Mümkün olduğunca aslına sadık kalarak yazmaya çalıştım. Yazar, araştırmacı, çevirmen İsmet Zeki Eyüboğlu'nu okumadan, ben Maçka'yı biliyor ve tanıyorum demek çok zor!

 

Not: Devamını “Vatan Saklı Maçka” kitabımda okuya bilirsiniz.

 


 [1]