Turhan Eyüboğlu


Böyle Bir Kara Sevda Kara Toprakta Biter

Böyle Bir Kara Sevda Kara Toprakta Biter


Böyle Bir Kara Sevda Kara Toprakta Biter

 

Hep içimden "İnsan ruhuna dokunmayı başarabilen ender şarkılardan biridir!" diye geçiririm bu şarkıyı duyduğumda. Kelimelerin nelere kadir olduğunu gösteren, insanın ruhunu bedeninden ayırıp başka bir zaman dilimine kavuşturan bir şarkıdır. Bazen de "Artık böyle duygusal, böyle güzel şarkı sözleri yazamıyorlar mı?" deyip karamsarlığa da düşerim.

 

"Sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına dökülen akla biter."  Bir söz bu kadar mı güzel yazılır? Bu kadar mı güzel, bu kadar mı zarif anlatılır duygular sözcüklerle!  Büyürüz, değişiriz, kendimize farklı şeyler katarız. Ne yaparsak yapalım bu şarkı kanımıza bir kez zerk edilmişse her defasında duyduğunda olduğun yerde kalırsın hiç kıpırdamadan!

 

Her ne hikmetse bu şarkıya duyulan sevda, şarkıdaki olduğu gibi kara toprakta bitiyor. Bu şarkı insana öyle bir ruh enjekte eder ki ruh yavaş yavaş kalbimize ve beyninize ulaşır, şarkının süresi boyunca onun tesirinden kurtulamayız. Seni istediği yere götürür, istediği görüntüyü gözünün önüne getirir; seni zaman yolculuğuna çıkarır, oturduğun yerde seni bitirir. Hissedemez ve düşünemezsiniz; etkisi geçtiğinde bile kendine gelemezsin! İşte böyle bir şarkı olduğunu düşünüyorum!

 

Belki çok abarttığımı düşünebilirsiniz; ancak bir iki arkadaşımın bu şarkıyı dinledikten sonraki beden dillerini bizzat gördüğüm için "Az bile yazmışım!" diyebilirim. Ancak bunu burada anlatmayacağım; belki başka zaman. Saçlarım beyazlamaya başladığında annem bu şarkıyı beyaz saçlarımı göstererek bana söylerdi; çok da güzel söylerdi.

 

Hazır konu çok güzel söylemekten açıldı, siz Haluk Bilginer’den bu şarkıyı dinlemediyseniz lütfen hemen yutuba (YouTube) girin ve dinleyin; harika söylediğini göreceksiniz! Şimdi bu şarkının hikayesine gelelim!

 

Üstat, görevi gereği Konya’dadır. Bir kıza aşık olmuştur ve artık ilhamını ondan almaktadır. Aylardan haziran ayı... İş çıkışı her zaman gittiği parka gider ve her zamanki gibi oturduğu bankta oturur. Kendisi Tarih ve Coğrafya mezunu olduğu için doğa her zaman onu kendine çekmiştir.

 

Parkta oturduğu yerin karşısındaki devasa ağaçları seyretmektedir. Ağaçları seyretmek onu dinlendiriyordu. Hafif bir rüzgar esmeye başlamıştı. Gözlerini kapayıp ağaçların yapraklarının çıkardığı sesi dinliyordu. Onca yaprağın  çıkardığı sesi bir orkestranın çıkardığı uyumlu ses gibi algılamaya başlamıştı.

 

Rüzgar esintisi ilk önce ağacın ön tarafında bulunan yaprakları hareketlendiriyor, daha sonra ağacın dallarının içine sızarak diğer yapraklara da  ulaşıyordu. Bunu yaparken sanki orkestranın şefinin verdiği komutları taklit ediyor, yaprak seslerini birbirinden ayırt edercesine hissettiriyordu. Üstat, bu sesi bir müzik şöleni gibi dinliyordu.

 

Birden o uyumlu sesin içinden bir uyumsuz ses duyar. Sanki akordu bozulmuş bir müzik aletinin çıkardığı ses gibidir! Hafif gözlerini açar ve iri bir yaprağın rüzgarın titrediği daldan kopmuş; ancak zamansız ayrılığına itiraz edercesine dalından ayrılmak istemiyormuş gibi yere düşmemeye dirense de toprağa doğru yaklaştığına şahit olur.

 

İçinden "Bu yaprağın kaderinde dalından erken ayrılmak varsa yapacak bir şeyi yoktur!" diye geçirir. Ancak karşıt bir görüşle de "Bu hikaye, yaprağın düşmesiyle bitmez! Bir yıl sonra o titreyen dalda yerini alır. Bu döngü böyle sürer ve her seferinde bu yaşam aşkı kara toprakta biter!" diye aklından geçirdi.

 

Gözleriyle takip ettiği yaprak toprakta yerini almış, diğer yaprakların arasına karışmıştı. Yaprağın düştüğü yerin yanındaki bankta iki kişi oturuyordu. Üstadın yaprağı izleyen gözü onlara takıldı. Oturuşlarından birbirlerine küsmüş oldukları anlaşılıyordu. Oturdukları yerde vücutlarını hafifçe de olsa ayrı yönlere döndürmüşlerdi. Oturdukları yerde 'V' şeklini almışlardı. 

 

Kızın uzun, ipek gibi düz saçları vardı. Erkek bir şey söyleyecek; ama söyleyemiyordu. Uzaktan öyle anlaşılıyordu. Birden kız ayağa kalktı ve oturduğu yerden yavaşça uzaklaştı. Erkek kahrolmuşçasına olduğu yerde kalakalmıştı.

 

Belki kızı çok seviyordu! Kız, üstadın oturduğu bankın önünden geçmekteydi. Kızın akan gözyaşları fark ediliyordu. Gözyaşları kızın direnmesine rağmen yaprağın yere düşmesi gibi yuvasından çıkıp yanağından kayarak dudağına doğru süzülüyordu. Bu manzara karşısında üstat iki sevgilinin birbirini çok sevdiğini anlamıştı.

 

Uzun uzun kızın arkasından baktı. Kız, parktan çıkmak üzereyken birden ipek gibi olan saçlarını savurdu ve erkeğin olduğu tarafa bakarak parktan çıktı. İşte , üstat orada anlamıştı onların bu sevdadan vazgeçmeyeceklerini! Erkek onun bakışından cesaret almış, oturduğu yerden kalkarak kızın çıktığı tarafa yürümeye başlamıştı.

 

Artık üstat parkta yalnızdı. Yanında getirdi çantasından not defterini çıkardı ve o anki gözlemini hiç duraksamadan yazmaya başladı.

 

Ne çıkar bahtımızda ayrılık varsa yarın,

Sanma ki hikâyesi şu titreyen dalların

Düşen yaprakla biter,

Böyle bir kara sevda kara toprakla biter.

 

Ağlama olma mahzun gülerek bak yarına,

Sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına

Dökülen akla biter,

Böyle bir kara sevda kara toprakla biter.

 

Beste: Gündoğdu Duran

fte: Gündoğdu Duran

Makam: Muhayyerkürdi

Usûl: Semai

 

Gündoğdu Duran üstadın ellerinden öperim. Onunla yapılan röportajı size aktarıyorum.

 

Münire AKSARAY: Hocam son olarak şunu sormak istiyorum. Amacınız ve en büyük arzunuz nedir müzik ve edebiyat hususunda?

 

Gündoğdu DURAN: Amacım, Türklüğümüzün ayrılmaz bir unsuru olan Türk Müziği alanında sağlam, seviyeli, kaliteli ve kalıcı eserler bırakabilmektir. En büyük arzum ise halkımızın, gençlerimizin, çeşitli kurum ve örgütlerimizin güç ve yetki sahibi devlet adamlarımızın, nice yüzyıllardan bu yana akıp gelen milli müziğimize ve milli değerlerimize dört elle sarılarak, Atatürk’ün gösterdiği çağdaşlık çizgisi doğrultusunda onu geliştirmeleri ve yüceltmeleridir.

 

Not: (Bazı gerçeklerden yola çıkılarak hayali olarak senaryolaştırılmıştır. Gerçeklik payı okuyucunun hayal gücüne bırakılmıştır.)