Fatma Karahasanoğlu


BİR DİRHEM ALTIN

Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri şöyle anlatmıştır: Hizmetlerimi görmesi için bir köle satın almıştım. Gece evimde kalmasını istedim.


BİR DİRHEM ALTIN

                                

              Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri şöyle anlatmıştır: Hizmetlerimi görmesi için bir köle satın almıştım. Gece evimde kalmasını istedim. Fakat geceleri kapılar kapalı olduğu halde evde yoktu. Sabah olunca eve geldi ve bana üzeri işlenmiş bir dirhem altın verdi. Bunu nereden aldın deyince: "Efendim, ben size her gün böyle bir dirhem vereceğim. Karşılığında geceleri beni serbest bırakmanızı istiyorum." dedi. O günden sonra her gece evden çıkıp gider, sabahleyin döner ve bir dirhem getirirdi. Aradan bir müddet geçti. Bir gün komşum yanıma gelip; "Kölen mezarları açıyor, kefen soyuyor." dedi. Bu söz beni çok üzdü. "Ben onu eve hapsedeceğim." dedim. Kapıları kilitledim, akşam oldu, yatsı namazından sonra kölem evden gitmek üzere kalktı. Tâkib ettim, kapalı kapılara işâret edince, kapılar açılıveriyordu. Evden çıktı. Bu halde peşine düşüp, gizlice onu tâkib ettim. Kurak bir yere vardı. Elbisesini çıkarıp üzerine eski bir çul giydi. Sabaha kadar namaz kıldı.

Sabaha doğru şöyle duâ etti: "Ey yüce sâhibim! Efendime götüreceğim ücreti gönder!" Gökten üzerine bir dirhem düştü alıp cebine koydu. Bu işe çok hayret ettim. Kalkıp abdest aldım ve iki rekat namaz kıldım. Onun hakkında yanlış düşündüğümden dolayı tövbe edip, Allahü teâlâdan af diledim. Sonra da bu kölemi âzâd etmeye, serbest bırakmaya karar verdim. Fakat kölem kayboldu. Bir türlü bulamadım. Bu sebeple çok üzüldüm ve kederim gittikçe arttı. Bulunduğum kurak yerin de neresi olduğunu bilmiyordum. Bir müddet sonra karşıma kırata binmiş biri dikildi ve; "Ey Abdülvâhid! Burada ne oturuyorsun?" dedi. Durumu baştan sona anlattım. Atlı; "Senin bulunduğun bu yer ile memleketin arası ne kadar mesafedir? Biliyor musun?" dedi. "Hayır bilmiyorum." cevabını verdim." Süratli giden bir süvari için altmış konaklık mesafedir. Şimdi sen bulunduğun yerden ayrılma. Kölen bu gece yanına dönecek dedi." Oturup bekledim, ortalık kararınca bir de baktım ki, kölem geldi. Yanında bir sofra vardı. Sofranın üzeri her çeşit yiyecekle doluydu. Bana; "Buyur ye efendim!" dedi. O benzerini görmediğim yiyeceklerden yedim. Sabah namazından sonra kölem elimden tutup, duâ etti. Sonra birkaç adım attık. Birdenbire kendimi evimin önünde buldum. Kölem bana dönüp;
            "Efendim, siz beni âzâd etmeye karar vermediniz mi?" dedi. "Evet." dedim. Yerden bir taş alıp âzâd edilme bedeli olarak bana verdi. Bir de baktım ki, taş altın oldu. Sonra ayrılıp gitti. Onun ayrılığından dolayı çok üzüldüm ve hep hasretini çektim. Bu hadiseyi komşularıma anlatıp; "O, mezâr soyan değil nûr saçan imiş." dedim. Komşularım onun kerametlerini duyunca ağlayıp, hakkında yanlış düşündüklerinden dolayı pişman olup, tövbe ettiler.nra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı. 

 

-Haklıymışsın!´ dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.

-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var.

-Ne diyorsun Allah aşkına?  Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir? 

-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene.