Turhan Eyüboğlu


Beyaz Giyme Söz Olur Siyah Giyme Toz Olur

Beyaz Giyme Söz Olur Siyah Giyme Toz Olur


Beyaz Giyme Söz Olur Siyah Giyme Toz Olur

 

Çalıştığım dönemde muhakkak takım elbise giyerdim. Genelde de koyu renkli takım elbise olurdu. İçine de beyaz gömlek ve tabii takıma uygun da bir kravat takıp evden çıkardım.

 

Annem bana kapıda rastladı mı bu türküyü söyler, beni yolculardı. Türküden sonra da:

 

"Bu türküde bir sorun var!" derdi. Ben de:

 

"Neresinde sorun var?" dediğimde:

 

"Oğlum siyah tozlanır, beyaz ise konuşulur! Bu derlemeyi kim yapmışsa bunu karıştırmış!" der, gülerdi. Daha sonra ben yoluma, annem de eve girerdi.

 

İnanın ben de annem gibi düşünüyorum. Un işi yapanların hiçbiri koyu elbise giymez; hepsi açık, genelde beyaz giyerler. Unun tozu belli olmasın diye! Siz hiç fırında peynirli ya da kıymalı yaptırırken fırıncının siyah bir önlük taktığını gördünüz mü? Hepsi beyaz önlük takar.

 

Şimdi annemin gerceğiyle yola çıkarak bu türkünün size hikayesini anlatayım. Yıl 1900'lü yıllar... Ege'de çok büyük zeytin mahsülü olmuştur. Toplanması için herkes seferber olur. Bolu'dan yağlı güreş için İzmir'e gelen yağız delikanlı müsabakalara katılmış ve bir sonuç alamamıştı. Bu sonuçtan sonra Bolu'ya hemen dönmek istemez. "Oradakilerin yüzüne nasıl bakarım?" deyip İzmir'de zaman geçirmek ister.

 

İzmir'de tuttuğu tek oda bir evde kalmaktadır. Orada kalan insanların zeytin toplamaya gittiklerini görünce harçlığını çıkarmak için onlara katılarak zeytin toplamaya gider. Bir hafta geçtikten sonra zeytin toplayıcıları artık ona 'Pehlivan!' diye hitap ederler.

 

Dürüstlüğü ve yardımseverliğiyle kısa sürede sevilir ve sayılır hale gelmişti. Zeytin topladıkları uçsuz bucaksız arazi zengin bir Rum'a aitti. Bu arazide onlarla beraber zeytin toplayan marabanın oğlunun düğünü olacaktır. Maraba, zeytin toplayan herkesi düğüne davet etmişti. Pehlivan, hafta sonu düğüne gideceği için İzmir'de üstüne yeni elbise aldı.

 

Artık düğün günü gelmişti. Köyün meydanı süslenmiş, tahta masalar ve iskemleler meydanda yerini almıştı. Meydanın yanında kaynayan kazanlar misafirlere yemek yetiştirecekti. Herkeste bir telaş vardı. Pehlivan, Avrupalılar'ın giydiği türden siyah bir pantolon giymiş, üstüne de beyaz gömleğini çekmişti. Belinin inceliği ve omuz genişliği uzaktan bile fark ediliyordu. Saçlarına sürdüğü limon suyu, güneşin vurmasıyla parıl parıl parlıyordu.

 

Düğüne gelen genç kızlar gözlerini pehlivandan alamıyordu.  Meydanın başında damadın babası onu karşıladı ve ön masada bir yere oturttu. İleride, tozu dumana katmış, dört atın çektiği araba düğün meydanına yaklaşmaktaydı. Araba, meydana gelir gelmez bir anda rüzgar çıkmıştı, masa bezlerini uçurmaya başlamıştı. Beyaz masa bezleri gelen arabayı karşılarcasına havada dans ediyordu.

 

Arabanın kapısı açıldı. Üstünde siyah bir kıyafeti olan, saçlarını arkadan topuz yapmış, alımlı bir kız yavaş yavaş merdivenden indi ve etrafa baktı. Düğündeki herkes o tarafa bakıyor, onu hayranlıkla izliyorlardı. Düğün sahibi hemen onu karşılayıp masaya kadar eşlik etti. Artık masada oturuyordu. Bu arada pehlivan ayağa kalkmış, onu hayranlıkla izliyordu. Kız, pehlivana baktı ve başıyla selam verdi. Ardından oturması için eliyle işaret etti.

 

Pehlivan, bu güzellik karşısında hipnotizma olmuş gibi heykelleşmişti. Damat, pehlivanın omuzundan tutarak onun hipnozdan çıkmasını sağladı. Kulağına "Otur abi!" diye fısıldadı. Pehlivan kendine gelerek hemen masaya oturdu. Rüzgar hızını artırmış, meydanda bulunan yerdeki tozu insanların yüzüne ve üstüne doğru saçmaya devam ediyordu.

 

Bu esinti yarım saat sürmüş ve hava birdenbire durulmuştu. Arabadan inen kızın siyah kıyafeti toz içinde kalmıştı. Oturduğu yerden kalkıp arabaya doğru yürüdü. Pehlivan, bu fırsatı değerlendirerek damada:

 

"Bu kız kim?" diye sordu.

 

"Zeytinliklerin sahibi olan Rum'un kızı!" diye cevap verdi.

 

Düğün tüm hızı ile ilerliyordu. Pehlivanın gözü arabada kalmıştı. İçinden 'Allahım inşallah gitmez! Masaya döner de bir daha onu görürüm!' diye geçirdi. Aradan on beş dakika geçmişti ki arabanın kapısı acıldı. Kız kıyafetini değiştirmiş, beyaz bir elbiseyle arabadan iniyordu. Düğünde olanlar kıyafeti görünce aralarında konuşmaya başladılar. Gelini gölgede bırakacak bir beyaz elbise giymişti. Davetliler birbirlerine beyaz kıyafeti gösteriyor, aralarında konuşuyorlardı. Beyaz elbise, düğüne gelenlerin gündemini oluşturmuştu.

 

Kısa süren rüzgar düğün meydanından ayrılmış, ortalık sakinleşmişti. Kız salına salına masaya yaklaşıyor, pehlivanın bu güzellik karşısında içi eriyordu. 'Bana doğru geliyor! Acaba bir şey söylesem mi?" diye içinden geçirdi; ancak cesaret edemedi.

 

Karşılıklı masada oturdukları için bazen göz göze geliyor ve kısa kaçamaklarla birbirlerini gözlüyorlardı. Kız birden ayağa kalktı. Pehlivan da istemsiz bir şekilde ayağa kalktı. Kız ona bakarak:

 

"Bana şu karşıdaki cevizlere kadar eşlik eder misiniz?" diye sorunca pehlivan ağzını açıp cevap veremeyeceğini anlayınca başını aşağı yukarı sallayarak 'Olur!' anlamına gelen hareketi yaptı.

 

Düğün meydanından karşıdaki cevizlere doğru beraber yürümeye başlamışlardı. Kız, bir şeyler söylüyor, pehlivan da dinliyordu. Mimik hareketleriyle onu onaylıyor veya ona karşılık veriyordu. Uzaktan öyle anlaşılıyordu.

 

Ceviz ağaçlarının yanına gelmişlerdi. Ağacın dalları uzanılacak şekilde alçaktı. Kız, beyaz elbisesinin kolları kirlenmesin diye yukarı çekip ceviz almak isteyince pehlivan müdahale ederek:

 

"Ceviz elinizde boya bırakır; ben alıp size vereyim!" deyip kızın tuttuğu dalın üstündeki cevizleri eliyle topladı. İşte birbirlerine aşık olmaları o gün başlamış ve her hafta bir yerde buluşmayla devam etmişti. Pehlivan, bir buluşmalarında kıza:

 

"Ne olursun beyaz giyme, dikkat çekiyorsun! Seni tanırlar ve babana bildirirler! Zaten bende talih yok, seni benden alırlar! Dikkat çekmeyen kıyafet giyersen rahat oluruz!" diye uyarmıştı. Başına gelecekleri pehlivan hissetmişti.

 

Bir buluşmanın ardından onları çekemeyip kıskananlar kızın babasına haber verirler. Baba küplere biner ve kızın evden çıkmasını yasaklar. Kızın evi bir konaktır ve çevresi de insanların giremeyeceği yükseklikte duvarla çevrilidir. Kzın evden çıkmasının yasaklandığını duyan pehlivan akşamları kızın kaldığı adanın penceresinin karşısında bulunan duvarın yanındaki ağaca çıkarak saatlerce sessizce konuşmaya devam ederler.

 

Ne yazık ki bu fark edilir ve baba duvar dışına adamlar yerleştirerek pehlivanın eve yaklaşmasını engeller ve kendi gücünü kullanarak o zamanki kolluk kuvvetlerine haber vererek pehlivanı tutuklatır. Kızını da ilk gemiyle Yunanistan'a gönderir.

 

Pehlivan, karakolda bir hafta kaldıktan sonra onu komutanın yanına çıkarırlar. Komutan, pehlivanı dinler ve hemen sonra:

 

"Oğlum seni anlıyorum; ancak olmayacak duaya amin deme! Bak, babası kızı Yunanistan'a yolladı. Bu zengin bir adam; başına bir iş gelebilir. Aşkını kalbine göm ve memleketin Bolu'ya dön! Ailenin yanında yaşamına devam et! Sen mert bir delikanlısın! Bir müsabakada mutlaka şampiyon olacaksındır, ben buna inanıyorum!" diyerek onu ikna eder ve ilk konvoyla onu Bolu'ya gönderir.

 

Bolu'ya döndükten sonra tüm gücünü çalışmaya vererek ileride yapılacak yağlı güreşlerde başarılı olmak ve kazanacağı parayla Yunanistan'a gidip sevdiği kızı bulmayı hayal etmektedir.

 

Aylardır çalışıyordu. Arkadaşlarının ısrarı üzerine bir gün çalışmaya ara verip onlarla buluştu. Saz çalıp eğleniyorlardı; saz çalan arkadaşı aynı zamanda yaşanmışlıkları şiire aktarmada bir üstattı.

 

"Pehlivan, ne olursun İzmir'de olanları bize anlatır mısın?" diye ısrar edince onu kıramadı ve yaşadıklarının tümünü en ince ayrıntısına kadar anlattı.

 

Zaman geçmiş, hava kararmaya başlamıştı. Şair arkadaşı bu öyküden bir şiir yazmış ve onu sazına aktarmıştı. Tam kalkacakları zaman:

 

"Oturun, size pehlivanın yaşanmışlıklarını anlatacağım!" deyip sazın teline vurmaya başladı.

 

Siyah giyme toz olur beyaz giyme söz olur

Gel beraber gezelim muradımız tez olur

Salına da salına da gel

Haydi yavrum dön dolaş yine bana gel

 

Beyaz giyme tanırlar seni yolcu sanırlar

Zaten bende talih yok seni benden alırlar

Salına da salına da gel

Haydi yavrum dön dolaş yine bana gel

 

Alçak ceviz dalları sıva beyaz kolları

Yar nereden geleyim hep tutmuşlar yolları

Salına da salına da gel

Haydi yavrum dön dolaş yine bana gel

 

Uzun zaman dillerde bu şekliyle söylenen bu türkü zamanımıza gelirken yapılan derlemede 'Beyaz giyme toz olur, siyah giyme söz olur'a dönüşmüştür. Yaşanan yerin Ege olmasına rağmen yaşayanın ve söze dökenin Bolulu olmasından ötürü Bolu türküsü olarak hayatımıza girmiştir.

 

Kalben sevenlerin sevdiklerine kavuşması umuduyla başka bir şarkı hikayesinde buluşana kadar hoşçakalın.