Turhan Eyüboğlu


Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim

Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim


Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim

 

Çocukluğumdan beri ne zaman duysam bu şarkıyı hemen Türk filmlerindeki meyhanedeki kadın düşer aklıma! Sevgiliden çok, kişinin kendi kendine söylediği bir şarkıdır. Kalp acı, dünya hüzün, gözyaşı dolu... Bu kadar üzücü!Üzüntü veren bir şarkıyı dinlerken bu kadar zevk almamız da gariptir ayrıca!

 

Annem, bu şarkıyı dinledikten sonra "Sevdiysen unutamazsın!" derdi. Doğru da dermiş;  seven insan gerçekten unutamaz. Neyse, biz gelelim şarkının hikayesine.

 

Ölümün yaklaştığını fark etmeye ve onu kabul etmeye başlamıştı. Artık zaman kavramı kalmamıştı. Arkadaşlarının, komşularının ve hatta aile üyelerinin bile ziyaretini geri çeviriyordu. Ziyaretini kabul ettikleriyle bile etkileşimde zorlanıyor ve bundan hoşlanmıyordu. Kendi hayatı hakkında düşünüyor ve anıları ziyaret edip duruyordu. Nasıl bir hayat yaşadığını hayal ediyor, gözünü diktiği tavandan ayırmıyordu.

 

Kocası, çaresizlik içinde onu izliyor, sevgisinin an ve an solduğunu hissediyordu; ama bunun olmasını istemiyor ve kabullenemiyordu. Çünkü eşine karşı içindeki sevgisi o kadar büyüktü ki... Lakin eşinin kendini bırakması ve tedaviye karşı çıkması ona dayanılması zor acılar yaşatıyordu.

 

Yıllardır beraber olduğu eşini, bir daha göremeyecek, sarılamayacak ve ona has kokusunu içine çekemeyecek olması onu delirtiyordu. Sevdiğinin gözlerine bakıyor, dünyadan kaybolacak olmasına dayanamıyordu. Akan gözyaşlarını ondan saklamaya çalışıyordu. Birden eşi ona döndü. Kaç gündür gülmeyen gözleri ona bakarak gülümsüyordu. Eşinin elini tutarak:

 

"Ne olursun bizi bırakma! Biraz gayret et!"

 

Gözlerini iki kere gülerek kırptı ve diğer elinin ayasını ona doğru çevirerek "Artık beni bırak, ben ayrılıyorum!" der gibiydi.

 

"Ben seni bırakamam! Hadi biraz gayret et! Hatırlıyor musun ansızın çıkıp gelip nasıl kalbime taht kurmuştun! "Sevmek kolay iş değil, kalbe ağır gelir bazen!" demiştin. Hatırlıyor musun?"

 

Başını aşağıya yukarıya hareket ettirerek 'Evet!' anlamında salladı.

 

"Hüzün yüklü karabulutların hızla yüreğimi kaplamaya çalıştığı bu anlarda ne olursun kendini bırakma, biraz gayret et!"

 

Artık gözlerini yummuş, sanki rüya görür gibi uyuyordu. Yavaşça elini bıraktı ve sessizce odadan çıktı. Koridorun başında bulunan sandalyede arkadaşı İlham Behlül Bektaş oturuyordu. Ona doğru yürüdü.

 

"Hoş geldiniz. Ayağınıza sağlık!"

 

"Nasıl eşiniz?"

 

"Aynı, hiçbir değişiklik yok. Bir melek gibi sessizce yatıyor."

 

Eşinin yanından çıkarken odaya giren hemşire odanın kapısını hızlıca açıp dışarı çıktı. Koridorun ters tarafına doğru koştu. Az sonra doktorla döndüğünü görünce yaslandığı duvara sürünerek olduğu yere çöktü. Başına geleni anlamıştı. Gözyaşlarını artık saklayamıyordu. Omuzuna dokunan el ile başını kaldırdı. Karşısındaki doktordu.

 

"Başınız sağolsun! Mekanı cennet olsun!" deyip üzgün bir şekilde yanından ayrıldı. Arkadaşı İlham Bey onu oturduğu yerden kaldırdı.

 

"Yapacak görevlerimiz var!" deyip koridorun diğer ucuna doğru yürüdüler.

 

Aradan üç ay geçmiş, İlham Bey’in arkadaşının evi sakin bir hal almıştı. İlham Bey arkadaşını balkona çıkardı.

 

"Gel biraz temiz hava al! Kaç gündür odada kaldın." Balkondan  İstanbul’u seyrediyorlardı.

 

"Biliyor musun İlham gülmek ayrılık demekmiş; ama ben bunu bilemedim."

 

"Anlamadım; ne demek şimdi bu?"

 

"Son gün bana kaç haftanın üstüne ilk defa gülmüştü. Meğer bu ayrılık gülümsemesiymiş!"

 

"Evet, öyle olmuş; sana gülümseyerek veda etmiş demek ki!"

 

"Biliyor musun çok tuhaf bir duygu bu! Kaç gündür gelecek diye sabah akşam yollarını gözledim. Gelmediğini bilmek çok acı verici! Bazen ben de ölmek istiyorum!"

 

"Allah korusun! Tövbe tövbe de be kardeşim! Bildiğin gibi dünya hüzün ve gözyaşı dolu. Hayat bu maalesef!"

 

"Bazen düşünüyorum da şimdi kim bilir nerelerdedir?"

 

"Sen benden daha iyi biliyorsun nerede olduğunu!"

 

"Doğru, doğru üstat! Allah mekanını cennet etsin! Çok özlüyorum onu!"

 

"Eeee aşk bu, sevda bu, hayat bu değerli dostum!" dedikten sonra aklına bir şey gelmiş gibi ayakta duran arkadaşına:

 

"Gel şuraya oturalım. Şimdi aklıma bir şey geldi ve bunu sana söylemek istiyorum!" deyip balkonun köşesindeki sandalyelere oturdular.

 

"Bak ne diyeceğim sana! Gel sen de bana yardımcı ol ve rahmetlinin anısına bir güfte yazayım! Ne dersin?"

 

"Bilmem, yapabilir miyiz?"

 

"Üstat, bizim işimiz bu; yaparız. Yeter ki sen yardımcı ol!"

 

"Az önce sohbetimiz sırasında kullandığımız sözcükler bende bazı çağrışımlar yaptı! Sen otur, ben içeriden bir kağıt kalem alayım. Yazacağım mısralara bak ve söyleyeceğini söyle tamam mı?"

 

"Tamam!"

 

Aradan üç saat geçmişti ve arkadaşından aldığı yardımla İlham Behlül Pektaş güfteyi yazıp bitirip arkadaşı Amir Ateş’e uzattı.

 

"Hadi oku şimdi!"

 

Ben seni unutmak için sevmedim

Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim

Bekledim sabah akşam yollarını

Ölmek istedim, bir türlü ölmedim

 

Aşk bu mu, sevda bu mu, hayat bu mu

Kalp acı, dünya hüzün, gözyaş dolu

 

Şimdi sen kim bilir nerelerdesin

Gelir gecelerden koşarak sesin

Bana en acı haber kiminlesin

Adını içimden hâlâ silmedim

 

Aşk bu mu, sevda bu mu, hayat bu mu

Kalp acı, dünya hüzün, gözyaş dolu

 

Amir Ateş, eşinin ölümünden sonra İlham Behlül Pektaş’la birlikte yazıp segah makamında bestelediği bu nefis eserin hikayesini öğrendiniz. Gerçek anlamda bir kaybı ve o kaybın yokluğunu anlatır; hatta bestekar şarkıyı her okuduğunda duygulanır, gözleri dolar!