Turhan Eyüboğlu


Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (9)

Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (9)


Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (9)

 

"Efendim, dahiler olmasa sanat olmaz mıydı?"

 

"Dahiler olmasa, bugünkü anlamla sanat belki de olmazdı. Mesela herkes dahi olsaydı, daha iyi olmaz mıydı? Nerede ise yirmi sene olacak, benim aklım bu dahi meselesine takıldı kaldı. Bu konuda söyleyecek bir sözüm var. İnşallah dâhiyane olmaz! Şöyle sokak işi, mahalle işi, naşidane bir şey olur. Karagöz, Hacivat gibi bir şey olur. Bu deha yüzünden çektiklerimizi, hiç olmazsa sanat adamlarının çektiklerini anlatmak istiyorum. Tiyatro mu olacak? Sinema mı? Şiir mi? Makale mi? Hikâye mi? Henüz bir türlü kestiremedim! Zaten kestirebilsem çoktan dahi olurdum!"

 

1945'te Çorum'a gönderildiniz. İskilip kazasında kaldınız. O yörenin sanatınıza yansımasını sorabilir miyim?

 

"Anadolu'yu fark ettim. Anadolu'nun kilimi, motifleri, taşı, böceği, ateşi, çiçeği; yani her şeyine vuruldum! O yaşıma kadar edindiğim eğitimi Batı'dan aldığım argümanlarla harmanlayarak kendime özgü bir Anadolu mitolojisi, Anadolu ikonografisi kurmaya başladım. Bunu, modern resmin imkanlarıyla bir tuvale aktarmaya, bir resme dönüştürmeye çalıştım."

 

"Memleketimizde resim sanatının boy atıp gelişebilmesi için sarf edilen gayretlerden ressamlarımızı en çok sevindireni, hükümetin tertiplediği yurt gezileri olmuştur. Hükümetin altı yıldır muntazaman tertiplediği yurt gezilerinden benim hisseme de bu sefer Çorum düşmüştü."

 

"Çorum ve kasabalarında üç ay dolaştım. Osmancık'tan başka bütün kasabalarını gördüm. Gezdiğim kasabalar arasında bilhassa İskilip'e hayran oldum. Ressamlar için İskilip'ten daha zengin bir memleket, tasavvur edemiyorum!"

 

Bazı yazılarınızda bir şekilde kilimden bahsediyor, sanat eseri olduğunu muhakkak vurguluyorsunuz. Kilimi ayrı bir yere koyuyorsunuz. Bunun nedenini öğrenebilir miyim?

 

"Ben tam yirmi beş sene koyun koyuna yattığım kilimlerin birer sanat eseri olduğunu anlayabilmek için gülünç olduğu kadar hazin yollardan geçtim. Çocukluğum Avşar kilimleri üzerinde geçti. Yaylılara Erzincan cicim’leri sererek Anadolu'yu baştan başa dolaştık. Bütün bir ev eşyasını kilime sardık. Evin birçok kabahatini cömertçe kapayan emektar kilimler büyük yolculuklarda birinci planda yer alır, varımızı yoğumuzu kıskıvrak sararlardı. Kilimler, nakışlarına hiçbir zaman alıcı gözüyle bakmadığımız halde çocukluk hatıralarımız arasında güzel bir bahçe gibi serilmiş olmalarını daha ziyade bizimle bu güzel yolculuğu bölüşmüş olmalarına borçludurlar."

 

"Evet hepimizin, her Türk'ün evinde ve ömründe kilimlerden bir parça hatıra, birkaç nakış vardır. Fakat bugün evlerindeki eski Türk kilimlerine hala üvey evlat muamelesi yapanlar varsa onlar evvela ziyan, sonra da hata ediyorlar. Çünkü halis Türk kilimleri çoktan büyük sanat eserlerine müseyyer olan rağbete kavuşmuş, altın çerçeveler içerisinde dünyanın en büyük müzelerinde yer almışlardır."

 

"Eski Türk kilimlerinde maksadım, üzerinden birkaç asır geçtiği için kabaca 'antika' tabir olunan kilimler değildir! Yanılmıyorsam halis Türk kilimi bundan yirmi beş sene evveline kadar hala memleketimizin birçok yerinde dokunuyordu. Bugün bile aşağılık boyaların, derme çatma nakışların henüz girmediği birkaç kasabamızda hala dokunuyor. Fakat halis kilimler bugün o kadar az ki sahte kilimlerin yaygarası arasında kaybolup gidiyorlar!"

 

"Efendim, Türk kilimlerinin sanat kudretinin olduğuna nerede karar verdiniz?"

 

"Türk kilimlerinin sanat kudretine ilk defa gözümü açan hocam Çallı İbrahim'dir. Güzeli, nerede belirirse belirsin, Sezen Çallı'nın hususi atölyesinde ilk defa girdiğim zaman duvardaki resimlerin arasında bir de kilim parçası görmüştüm. Çallı, bir Avşar kiliminden eline geçirdiği son bir parçayı özene bezene kesmiş, çerçevelemiş ve duvara asmıştı. Bu kilim parçasının yanında zamanımızın en meşhur ressamlarının renkli baskıları sıralanmıştı."

 

"Ressamlar kendilerini tereddütsüz süsleyiciliklerini sanatlara vakfetmesi, süsleyiciliği sanatlar bakımından oldukça mühim bir muvaffakıyetti! Çünkü nihayet işçiler ve ustalar tarafından mükemmel bir şekilde yapılan süsler bu sefer okumuş yazmış; üstelik tabiattan geniş bir hisse almış ressamlar tarafından yapılıyordu."

 

"İşte, Türk kilimlerindeki renk ve nakış zenginliği üzerinde uzun uzadıya durmak fırsatını bana veren bu oldu. Bir kilimin altı üstü, sağı solu yoktur. Onu yere nasıl sererseniz seriniz, güzel görünmeye mecburdur. Çünkü kilim sadece nakış ve renktir. Kilim nakışları tabiatta hiçbir şekli hatırlatmak, taklit etmekle mükellef değillerdir. Bunun için bir kilim tersine konulduğu zaman ne renklerin, ne de nakışların manası kaybolur!"

 

"İşte, zamanımızın ressamlarının kilim ve emsali tezyini işlerde kıskandıkları en büyük hususiyet bu olmuştur. Mademki resim de nihayet renkler ve çizgilerle yapılır; o da bir kilim gibi baş aşağıya çevrildiği zaman kıymetinden kaybetmeyecek kadar birbirine uyuşmuş renklerden ve şekillerden örülmüş olmalıdır."

 

"Halis Türk kilimlerinin hepsinde müthiş bir nakış vuzuhu ve zenginliği; her zaman birbirini tutan, dünyanın her tarafında herkesin hoşuna giden bir renk barışması vardır. Halis Türk kilimlerinin herbiri, altına imza atılacak ve çerçevelenip asılacak birer sanat eseridir!"

 

"Efendim, Anadolu'da bulunan pazarları çok seviyor ve de gittiğinizde çok da gözlem yapıyordunuz. Birini bize anlatabilir misiniz?"

 

"Bundan uzun süre önce gittiğim Çankırı'nın Çerkeş kasabasında haftada bir gün kurulan pazarın tiryakisi olmuştum. Daha gün doğmadan önce pazar yerine civar köylerden gelenlerin uğultusunu duyar, atların nal sesleri, kağnı gıcırtısıyla uyanırdım."

 

"Pazara gelenleri, pazar yerinin cümbüşüne katılmadan grup grup, parça parça seyretmenin başka bir özelliği vardı. Bir parça sonra gergefine gayet ufak bir nakış gibi katılacak olan kafileler evimizin önünden geçerken pazar yerinin teferruatını ayrı ayrı büyütülmüş bir resim gibi seyretme imkanı bulurdum."

 

"Pazara gelenler, pazar yeri ressamının, sevincinden çıldırtacak renk, şekil, nakış ve hareket kaynağıydı. Bir ressamın renk kudreti hakkında fikir edinmek isteyenler, onun bir tek renge nasıl hakim olduğuna dikkat etsinler!"

 

"Eğer bir ressam, bir tek rengin muhtelif çeşitlerini kılı kırka yarar gibi bulabiliyorsa o rengin ne demek olduğunu anlamış, rengin tadına varmış demektir! Birbirinden büyük farkla ayrılan renkleri herkes görür ve bunlar kolaylıkla tespit edilir. Mesele bir çok rengin binbir çeşidi arasında mekik dokuyabilmektir."

 

"Efendim, bizim halkın nakışlarına sizin kadar önem veren bir başkası var mı bilmiyorum! Siz, bu konuyu çok önemsiyor ve bunu dünyada da gündeme getiriyorsunuz."

 

"Bizim nakışlar, etrafı ve dünyayı taklit etmezler; ama birbirini taklit ederler. Bizim nakışımızın resim alanına dökülmesi için batı kültürüyle yoğrulmuş bir resim anlayışı şarttır."

 

"Ben non-figüratif(soyut) yerine kısaca 'nakış' diyorum. Bizim nakış sanatımızla bu cereyan arasında çok önemli bir bağ var. Her ikisi de etraftaki şekilleri taklit ederek değil, icat edilmiş şekiller ve renklerle düzen kurar."

 

"Non-figüratif (soyut) çalışma tarzı henüz çok genç olmasına karşın sağlam temeller üzerine kurulmuştur. Büyük yapılara, büyük sanayiye, büyük yayın basım işlerine karışarak toplumla temas kurabilirse az zamanda baş döndürücü bir çabuklukla gelişebilir."

 

"Dayandığı en sağlam temel, müzik anlayışıdır. Müzikte taklit yoktur; icat vardır. Bir kompozitör, eserinin etraftaki sesleri taklit ederek değil, imkânlarını gayet iyi bildiği sazlardan çıkacak sesleri icat ederek kurar."

 

"Sahici ressam da elinden çıkan her rengi, her biçimi icat etmekle sorumludur. Non-figüratif çalışma tarzının yayılabilmesi için müzikte sazın tuttuğu yeri, resimde tezgâhın tutması mümkündür."

 

"Sadelikleri ve sayısız çeşitleriyle bugünün resmine doyulmaz bir ziyafet çeken Türk nakışları arasında suret, figür bulamayanlar yok yere telaşa düşmesinler. Karagöz nakışlığından zerre feda etmeden insan kesilmiş bir suret, tepeden tırnağa insanlık kesilmiş bir nakıştır."

 

"Karagöz'deki resim gücünün farkına varabilmek için resim sanatının şu son elli sene içinde başına gelenleri hesaba katmak lazım. Karagöz!deki çizgi sadeliğinin, ritim, istif, ifade ve bilhassa icat gücünün değerini tam anlamıyla tadabilmek için fotoğrafın icat edilmesini beklemek mukaddermiş. O fotoğraf ki basit bir taklide dayanan ressam elinden çıkan her çizgiyi, her rengi yoktan varetmeye savaşan yaratıcı sanatkar arasındaki büyük farkları açıkladı."