Turhan Eyüboğlu


Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (6)

Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (6)


Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (6)

 

"Efendim, sizin bir yazınızda 'Benim şairliğimi eleştirebilirler, ressamlığımı eleştirebilirler; ancak öğretmenliğime laf ettirmem!' dediğinizi biliyorum.  Akademik hayatınız, yani öğretmenlik hayatınız nasıl başladı?"

"1936'da Akademi Resim Bölümünün başına getirilen Leopold Levy'nin bir kolu bendim, bir kolu Cemal Tollu. On üç sene beraber çalıştık. Levy, yüzde yüz namuslu bir insan ve iyi bir ressamdı. Bizim kuşakta büyük etkisi olmuştur. Bu etki öğretmen olarak çok işime yaradı. Öğrencilerim de bundan faydalandı."

 

"Bendeniz öğretmenliğin hiç kolay bir meslek olmadığını biçim konusunu incelerken belledim. Hiç unutmam, gene bir desen tarifinden sonra biçim konusuna dayanmış, birkaç ders üst üste biçimin çeşitlerini ve özelliklerini birbiri arkasından sayıp dökmüştük. Sonuncu derse bir parça daha tuz biber katabilmek için aklıma şöyle bir şey gelmişti! Renkler ışıkla başlar, ışıkla biter! Hâlbuki biçimlerin hepsi ışıkla başlayıp ışıkla bitmez. İyi bir heykeltraş karanlıkta el yordamı ile bir heykelin iyi veya kötü olduğunu anlayabilir. Renkler karanlıkta erirler; ama biçimler olduğu gibi kalırlar. O kadar kalırlar ki karanlıkta çarparsanız, alimallah kafanızı bile kırarlar."

 

"Öğretmenliğin verdiği bir hızla yazı hayatına bağlandım. Çeşitli dergi ve günlük gazetelerde dört beş kitap dolusu yazım çıktı. Bunların en az yarısı akademideki derslerimdi. Akademi, Burhan Toprak zamanında beş on kitap yüzü görmüş, yalnız onun zoruyla bazı hocalar kitap yazmaya başlamışlardı. Bizden sonra yetişen kuşak Bruno Taut'ın Türkçe çıkan kitabını, Cahit Sıtkı ile Muhip Dranas'ın birlikte çevirdikleri Fransız Resim Sanatı kitaplarını unutmazlar."

 

O ara sizin payınıza kitap düşmedi mi?"

 

"Evet, benim payıma da kıymetli ressam, sevgili hocamız Nazmi Ziya üzerine bir kitap yazmak düştü. O yıl tatilde eşimle Romanya'ya gidecektik. Burhan Toprak bu kitaba öylesine sarıldı ki yazmasam aramızda muhakkak bir soğukluk çıkacaktı. Bereket versin üstad Nazmi Ziya o kadar efendi ve her bakımdan cömertti ki işimi yarı yarıya kolaylaştırdı."

 

"Kitabın ilk hazırlıklarını gören Toprak, çocuk gibi sevindi! 'Bunun hemen arkasından 'Çallı yazacaksın!' diyerek 1938 yaz tatiline de kancayı taktı."

 

"Hiç unutmam, bir yandan Devlet Matbaasında Nazmi Ziya kitabını izliyor, bir yandan da akademide açılacak sergisini düzenliyorduk. Ne hazin rastlantıdır ki fırından çıkmış taze ekmek taşıyanların sevinciyle kitabı hocaya götürdüm.

 

"Beni kucakladı ve öptü!" dedikten sonra koca reis sustu.

 

Efendim?…..

 

"Çok kötü bir şey oldu. Kitabı teslim ettiğim gün beni kucaklayıp öpen hocamı o akşam gece yarısı kalp krizi aldı götürdü."

 

"Çok üzüldüm. Yaranızı deştik, kusura bakmayın!"

 

"Biliyor musun kitabın çıktığı gün Nazmi Ziya'yı kaybedişimiz bana çok pahalıya maloldu. Hayat hikayesini unutulmaz üslubuyla kendi ağzından yazmaya başladığım Çallı, korkunç haberi duyar duymaz: Bre uğursuz, ne kitap isterim senden, ne de sergi! İki satır yazacağın tuttu; koca Nazmi Ziya'yı kaybettik!"

 

Ondan sonra ben de soğudum bu işten

 

"Okuduğum kadarıyla 1939 yıllarında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliği tarafından sanatçılara destek olmak ve yurdun güzellikleri saptamak amacıyla ilk defa yurt gezileri düzenlenmiş. Bu gezilere hangi sanatçılar katıldı?"

 

"Ali Avni Çelebi Malatya'daki, ben Bedri Rahmi Eyüboğlu Edirne'deki, Cemal Tollu Antalya'daki, Feyhaman Duran Gaziantep'deki, Hamit Görele Erzurum'daki, Hikmet Onat Bursa'daki, Mahmut Cüda Trabzon'daki, Saim Özeren Konya'daki, Zeki Kocamemi Rize'deki ve Sami Yetik İzmir'deki gezilere katılmışlardır."

 

"O zamana kadar böyle bir çalışma yapılmamıştı. Bu çalışma yurdumuzun çeşitliliğini ve güzelliğini ortaya koyan ilk adımdı. Bu çalışmalardan sanatçılar yüz otuz eserle geri dönmüştür."

 

"Siz bu çalışmada kaç eser ürettiniz? Ve biraz Edirne'den bahseder misiniz?"

 

"Edirne'den on bir eserle döndüm. 'Edirne' deyince gözümün önüne derhal iki motif geliyor. Cami ve söğüt... Nehir boylarını kuşatan nazlı söğüt dizileri de olmasa Edirne'ye İstanbul'un en güzel köşelerinden birisi denebilir."

 

"Günlerce Selimiye'nin etrafında döndüm durdum! Edirne'ye kadar gittikten sonra Selimiye'nin bir resmini yapmadan dönmek garip olacaktı. Nihayet bir sabah dört beş ağaç arasından onu yakalıyorum. Müthiş bir tereddüt devresinden sonra çalışmaya başlıyorum."

 

"Sinan'ın mimarisinden ödüm kopuyor! Selimiye, bir aslan heybetiyle önde kurulmuş. Her fırça darbesinde onun homurdandığını duyuyorum. Bu dövüş tam altı saat kadar devam ediyor. Göklere sığmayan bir mimariyi, dört beş saat içinde avuç içi kadar bir muşambaya yerleştiremeyeceğime evvelden hüküm verdiğim için, saatlerce uğraştığım resmi tertemiz kazıyorum! Sinan'dan ödüm kopuyor. Zira onun eseri önünde aylarca oturup bağdaş kurmak lazım."

 

İstanbul deyince aklıma Koca Sinan gelir

On parmağı on ulu çınar gibi her yandan yükselir

Sonra gecekondular gelir ardı sıra

İsli, paslı, yetim

Hey benim dev memesinden cüceler emziren

Acayip memleketim.

 

Yine bir yerde şu ifadeyi kullanmışsınız: Eğer devletin ressamlar için tertiplediği yurt gezileri de olmasaydı Pendik'ten öteye geçemeyecektik."

 

"Bu suçun vebalini başkalarının sırtına yüklemek için beyhude yere uğraştım durdum. Olmadı. Bu konuda milletçe kabahatliyiz. Hadi benim memleket dolaşmaya gücüm yetmez; fakat gücü yetenler Pendik'ten ileri gitmez, soluğu derhal Avrupa'da neden alır? Memleketimizin kaç karış olduğunu bilmezken Avrupa’yı boylayanlara kızmıyorum."

 

"Çünkü seyahat etme arzusu yerli malı değildir. Bir çok arzularımız gibi batıdan gelmedir. Batıdan aldığımız öteberi arasında en kıymetli meta kendi memleketimizi karış karış dolaşma arzusu olmalıdır!"

 

"Efendim, kendinizi D Grubunun 14. Azası olarak tanıtıyorsunuz. Bu ne demek?"

 

"Beş ressam, bir heykeltraş -Zeki Faik İzler, Nurullah Berk, Cemal Tollu, Abidin Dino, Elif Naci ve Zühtü Muritoğlu- tarafından 1933 yıllarında temeli atılmış bir sanat akımıdır. O güne kadar Türk resim tarihinde 'Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, Sana-i Nefise Birliği' adlarıyla üç grup kurulmuştu. Yeni kurulan bu gruba da alfabenin dördüncü harfi 'D' uygun görülmüş." Ben de bu sanat akımının yani D grubunun 14. azasıyım."

 

Grubun amacı neydi?

"O zamanlar çok söylenen bir söz vardı. 'Türk Milleti sanattan anlamaz!' sözünden yola çıkarak ne yapsak da bu milletin sanattan anlamasını sağlasak! Amacımız buydu! Kısacası 'D grubu' ressamlarının temel amacı sanatı yaygınlaştırmak, sevdirmek ve öncülük etmekti. Çığır açmak, sanatı resmiyetten, nizamnamelerden, maddelerden, dalaverelerden, cehaletten, eblehlikten kurtarmaktı! 'D grubu' üyeleri empresyonizmi reddetmiş, kübist ve konstrüktivist tarzda eserler vermişlerdir. Konularını Atatürk Türkiyesi ve Türk Milletinden almışlardır."

 

"1939 yılı 'D Grubu' için ayrı bir önem taşıyor. Akademi çatısı altında açılan 7. sergi size ne kazandırdı?"

 

"En önemlisi devletin koruması altına girdik. Yine aynı yılın eylül ayında açılan '1. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne katıldım. Seçici Kurul, birinciliği Zeki Kocamemi'ye, ikinciliği Turgut Zaim'e, üçüncülüğü Arif Kaptan ve bana vermişti."

 

"Böylelikle genç kuşağın idealizmini resmileştirmişler. Bakın o zaman Ahmet Muhip Dranas, 'Güzel Sanatlar Dergisi'nde kaleme aldığı 'Resimde Ümanizma' başlıklı yazısında yeni kuşak, yani sizler üzerinde durarak bir yazı yazmış ve şunları söylemiş!"

 

"Gençlerin ön ayak olduğu bu yeni dönemde, önceki dönemlere göre çok farklı şeyler olmuştur. Bu gençler, Avrupa ile bizi karşı karşıya getirmiştir. Resim sanatını allak bullak eden bir devrimin reçeteleri ellerinde Avrupa'dan döndüklerinde Türk aydınları ve o zamana kadar resimden anlar görünenler köklü bir şaşkınlık geçirmiştir. Sergiledikleri 'deli saçması' olarak görülüyordu. Fakat resim tarihimizde Bedrileriyle, Alileriyle, Dinolarıyla, Hamitleriyle, Cemilleri ve Nurullahlarıyla bu hareketi daima alkışlayacağız. Türk resim tarihinde tek yaratıcı sancı bu hareket olmuştur. Çünkü bu harekettir ki resmin ne olduğunu ve ne olması lazım geldiğini ortaya atmıştır."

 

"Evet, çok sevinmiştim o yazıya! Çok da doğru yazmış!"