Turhan Eyüboğlu


Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (5)

Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (5)


Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Trabzon’da Mucizevi Buluşma (5)

 

 

Eren Hanım’a dönersek, mucize nasıl devam etti?

 

Abimin işlerini bitirmesi uzun sürmedi ve iki kardeş Lyon'a dönmek zorunda kaldık. Bu Romen kızı beni esaslı büyülemiş olacak ki ona ardı ardına iki mektup yazdım.

 

"Efendim, hazır yeri gelmişken müsaade ederseniz oğlunuz Mehmet Hamdi Eyüboğlu'nun hazırladığı 'Bedri Rahmi - Eren Eyüboğlu Aşk Mektupları 1932 - 1933' kitabının ilk sayfasında bulunan 1 Nisan 1932 tarihinde Ernestine Hanımın size yazdığı mektubu okumak istiyorum."

 

"Bedri,

 

Ruhumu okşayan iki mektubunu birden aldım. Lyon’a ne zaman dönmüş olabileceğinizi hesaplıyor ve mektubunuzu sabırsızlıkla bekliyordum. Lyon şehrini hiç tanımaz ve merak etmezdim. Şimdilerde çok merak ve hayal eder oldum.

 

Son gezintimizde, tanışmamızdan söz ederken, takınmış olduğunuz alaycı ve sarfettiğiniz iğneleyici sözlerden şüphelenmiş, belki de bir daha bana yazmazsınız sanmıştım.

 

Her şeye rağmen, yine size kalbimde tatlı bir heyecanla cevap veriyorum. Gittiğiniz günden beri nasıl olduğumu size belki tam manasıyla anlatamam; ama gittiğimiz günün gecesi çok neşeli olduğumu söyleyebilirim. O kadar sevinçliyim ki herkes benim aklımı yitirdiğimi sandı! Ancak pazartesi günü sahiden gitmiş olduğunuza karar verdim. Odamın her köşesi bana sizi hatırlattı. Odamın içine sinen sigara dumanı kokusu bile bana artık gittiğinizi hatırlatıyor.

 

Bu da benim yüreğimi sıkıyor! Bana kalan, gün geçtikçe artan bir yalnızlık duygusu! Bu da beni çok hüzünlendiriyor! Tanışmamızda konuştuklarımız hiç aklımdan çıkmadı.

 

n 'Trocadero' yöresinde dolaştım; sizinle geçirdiğim her anı, beraber attığımız her adımı hatırladım. Bütün bunlar rüya değildi, değil mi? Belki de şimdiye kadar gördüğüm en güzel rüyaydı! Kim bilir? Şimdi de elimde olmayarak, Bedri, size, sizi tanıtmaktan ötürü ne kadar mutlu olduğumu ve Lyon'a geri dönüşünüze ne kadar üzüldüğümü yazabiliyorum!

 

Zaman zor geçiyor. Ama daha önümüzde yaşanacak nice aylar var. Paris'e tekrar geldiğinizde beraber çok mutlu olacağız. Buna eminim. Sizin de beğeneceğiniz resimler yapmak istiyorum. Sizin de kendi çalışmalarınıza, adamakıllı bir hız vermenizi dilerim. Zira, açılmasını şakacıktan ortaya attığınız resim sergisi, bu gidişle gerçekleşebilecek.

 

Bedri, tahta kalıp yaptığınız denemeler pek hoşuma gitti. Beni tüm çalışmalardan haberdar etmeniz büyük incelik. Bana gelince evimde sizin de tanıştığınız genç kızın portresine başladım. Bugüne kadar iki seans yaptık. Pazartesi yine çalışacağım.

 

Bedri, çalışmalarınızda size cesaret dilerim. Kopya etmek istediğiniz 'Gauguin' tablosunda şansınız açık olsun. Bunu bütün kalbimle diliyorum.

 

Lekenmiş elbiselerimi yıkadım. Sizin için çok güzel olmayı, hoşunuza gitmeyi isterim. Benden istediklerinizi de bir dahaki mektubumda yollarım. Sabırlı olmalısınız. Zaten fotoğraflar da ne işe yararlar ki bilmem! Fotoğraflar 'ölü', ben ise hayat soluyorum! Bir an önce iki ayın geçmesini, sizlerin de Paris'e gelmenizi bütün kalbimle, bütün gücümle diliyorum. Bedri, buna lütfen inanın!

 

Haberlerinizi beklerken, size ilk baharın en güzel görüntülerini yolluyorum.

Ernestine

 

Cemal'i göremedim. Zaten onu görmekten utanır, yüzüne bile bakamazdım! Ama cuma günü öğleden sonraki düzeltmelere katılacağım.

İyi günler Bedri...

 

Eren Hanım'la ne zaman evlendiniz? Evliliğinize aileniz nasıl bakıyordu

 

"1930'da Paris'te tanıştığım sapına kadar ressam bir Romen'le 16 Nisan 1936 tarihinde İstanbul'da evlendik. Benim şahidim Fikret Adil, Ernestine'nin şahidi de Cemal Reşit Eyüboğlu'ydu. Artık Ernestine Hanım, Eren Hanım olmuştu."

 

"Eren, ikinci defa İstanbul'a gelişinde ailem bu birlikteliğe ciddi baktığımı hissetmiş olacak ki rahatsız olduklarını belli etmeye başladılar. Babam, bana kancayı takan bu inatçı Ernestine Hanımdan kurtulmak için emniyet mensubu bir akrabamızdan yardım istemişti."

 

"Ernestine, İstanbul'a gelmiş, güzel bir yaz günü öğleden sonra Gülhane Parkı'nda buluşup dolaşmaya başlamıştık. Bir anda kendilerinin sivil polis olduğunu söyleyen üç kişi beni Ernestine'nin yanından alarak emniyet müdürlüğüne götürdüler. Şaşırmıştım; niye beni buraya getirdiler, diye."

 

"Biraz bekledikten sonra beni bir odanın kapısına getirip içeri girmemi istediler. Kapıyı açtım, içeri girdim; karşımda emniyet müdürlüğünde çalışan akrabamız! Koltuğu göstererek oturmamı istedi. Şaşkınlığımı yüzümden okumuş olacak ki 'Merak etme, bir şey yok! Sadece konuşmak için seni buraya getirttim!' dedi. Bana kahve söyledikten sonra babacan tavırla nasihatta bulunmaya başladı."

 

"Oğlum, Türkiye'de kız mı kalmadı? Sen bu sevdadan vazgeç! Anneni babanı düşün. Onlar bu işe çok üzülüyorlar. Sen onları daha fazla üzme!' diye başladığı lafı uzun bir konuşmadan sonra bitirdi."

 

"Biraz şaşkınlık ve çaresizlikten elini öperek, teşekkür edip oradan ayrıldım. Şaşırmış, biraz da üzülmüş bir şekilde sokaklarda dolaşmaya başladım. Uzun bir süre sonra eve döndüm. Ama evde kızılca kıyamet kopmuştu.

 

"Gülhane Parkı'nda benim boşu boşuna dönmemi bekleyen Ernestine Hanım başıma bir iş gelmiş olmasından çok endişelenmiş ve o meşhur Romen damarı da kabarmış bir şekilde akşam üstüne doğru alı al, moru mor yaparak babam Rahmi Bey'in evine gitmiş. Babamla konuşunca işin ne olduğunu anlamış."

 

"Babama 'Rahmi Bey! Siz okumuş yazmış uygar bir insansınız. Bunu bize nasıl yaparsınız?' diye çıkışmış. Evdekiler bu çıkışından dolayı onu çok ayıplayınca o da kapıyı çarpıp evden ayrılmış. Geriye kalan günlerimiz de bu olaydan dolayı burnumuzdan geldi. İkinci İstanbul yolculuğundan ne umulmuş ne bulunmuştu. Bu tatsız olaydan sonra Ernestine Hanım apar topar yurduna döndü."

 

"Bizi birbirimizden soğutmayı amaçlayan bu girişimler hiçbir işe yaramadı. Tam tersi birbirimize daha çok kenetlendik. Bu kenetlenme ailenin kabullenmesiyle az önce anlattığım gibi evliliğe kadar gitti."

 

Evlendikten sonra nasıl geçindiniz, ne iş yaptınız?"

 

"Evlendiğim zaman yirmi beş yaşında idim. Hiçbir işim ve gelirim yoktu. O zamana kadar ekmek elden, su gölden habire resim yapıyordum."

 

Resme metelik veren yoktu. İlk zamanlar Baltacıoğlu'nun 'Yeni Adam' dergisinde yazılar yazdım. Sonra Tan Gazetesi'nde fıkralar yazmaya başladım. O zaman gazeteler bir hayli dolgun çıkardı. Aynı gün bir fıkra, bir röportaj, bir de hikaye yazdığım oldu. Yazı başına iki lira alıyordum. Üç yazı için altı lira müthiş bir şeydi! O zamanlar Fahrettin Kerim doktordu ve yarım litreliklere kırk dokuzluk deniyordu. Her gün yazı yazmanın güçlüklerini ve faydalarını o zamanlar anladım. Bütün gün resim yapmak için İstanbul'u dolaşıyor, akşam resimle anlatmadığım şeyleri, yazı ile tesbit etmeye çalışıyordum. Gazeteye giderken kafamda hiçbir yazı konusu olmadığı halde çıkarken bir yazı bırakmaya mecbur olmak hoşuma gidiyordu!"

 

"Bazı kimseler bunu çok tuhaf bulurlar! 'İnsan içinden geldiği zaman yazmalı, çizmeli!' derler. İçinden geldiği zaman ebem de yazar. Mesela, daha doğrusu işin meslek tarafı, hiç canın yazı yazmak istemediği gün oturup zorla yazabilmek! 'Zorla güzellik olmaz!' sözüne hiçbir zaman aklım yatmadı. Güzeli, zorlamadan ortaya koymak herhalde tabiat anaya mahsus olmalı."

 

"Heveskârla meslek adamını böyle ayırmak mümkün olsa gerek! Birisi canı istediği zaman çalışır, öteki her Allah'ın günü çalışır. Her gün çalışan canı istese de çalışır, istemese de...!"