Turhan Eyüboğlu


Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine

Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine


Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine

 

Bu şarkıyı dinlediğimde "Akşam mıdır insanı hüzünlendiren yoksa insan mıdır hüzünlenmek için akşamı bekleyen?" sorusu hep aklıma gelmiştir. Aynı zamanda bu şarkı bir gün daha geçmiş, güneş doğmuş ve beklenen veya beklenmeyen gibi batmış, geride kalan sevgili veya her neyse tekrar akla gelmiş, hüzün tavan yapmış ve bunların hepsini bir anda beyin içinde yoğurmuş kalbe kızgın bir yağ gibi akıtılmış şarkıdır, diye düşünüyorum. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz?

 

Annem bu şarkıyı çok güzel söylerdi ve şarkıdan sonra "İnsan yalan söyleyebilir, ama gözler asla yalan söylemez! İşte bu şarkı da bunun tek göstergesi!" derdi. Bazen bu şarkıyı dinlediğimde "Hasret kaldım gözlerinin rengine!" sözlerinin bir insanı ancak bu kadar üzebileceği tek şarkı, şarkı bile değil aslında, insanın kendine yakışanı giymesi gibi bir şey, diye aklıma geliyor.

 

Hüznün en içten anlatımlarından biridir bu şarkı! Söylerken insanın içini cız ettirir, birden yandığını anlarsın. Rakı sofralarının vazgeçilmez şarkısıdır. Zaman ilerledikten sonra bu şarkı hep beraberce söylenir, üzülünür ve gözlerde muhakkak kimsenin görmediği alkolun verdiği titrek ışıklı gözyaşları belirir sen istemesen de!

 

Hepimiz hayatın koşuşturması içinde unuttuğumuz hüznümüzü gün içinde sakin bir hale bürünür, uykuya dalar; onu hissetmeyiz bile! Biz de unuttuk zannederiz onu. Halbuki o gitmemiş, sabırla pusuda bekleyen bir aslan gibi avına saldıracağı uygun zamanı beklemektedir. İşte o an geldi mi sıçrar üstüne ne olduğunu anlamadan!

 

İşte Ahmet Cengizoğlu böyle hüzünlü bir anda yazdı bu güfteyi. Akşam olmuştur ve sevdiği uzaktadır. Hüzünlenmek bir alışkanlığa dönüşmüştür onun yokluğunda! Üstelik sevdiğinin gözlerinin rengine duyduğu yoğun bir özlem oluşmuştur onda! Özlenen gözlerin renginden ziyade o gözlerdeki bakışlardır onda! İşte bunları hayal eder akşam tek başına kaldığında evde! Mutfağın masasına kondurmuştur çilingir sofrasını. Oturduğu tahta sandalyeden bakar Boğaz'ı gören penceresinden!

 

Ay ışığı Boğaz'ın sularına vurmaktadır. Yakamoz, bir tablo gibi karşısında durmaktadır. Bir sihirbazın gözünün önünde sallayıp onu hipnotizma etmesi gibi mehtap onu hipnotizma etmişti. Hayallere dalıp Boğaz'ın sularında kaybolmuştu; kendini öyle hissediyordu!

 

Birden bir bulut ayın önüne geçince mehtabın aydınlığı kayboldu. İşte o zaman daldığı hayalden uyandı. Tahta iskemleden kalkarak cama yaklaştı; ne olduğunu daha iyi görmek istiyordu. Küçük de olsa kara bir bulut ayın önüne geçmişti. Yakamozun oluştuğu yere baktı ve "Gel mehtabım!" diye içinden geçirdi.

 

Sandalyesine oturmuştu ki dileği kabul olmuş gibi ay eliyle bulutu itiverdi. Mehtap tekrar geri geldi ve yakamoz olduğu yerde belirdi. Bu olay onda garip bir hüzün duygusu uyandırdı. Kendine acıma hissi, bir yalnızlık, bir boşluk hissetti! Anıların canlanması, hayal kırıklıklarının acıtmasıyla oluşan melankolik hislerle oluşmaya başladı beyninde oluşan kelimelerin içinde!

 

İşte o zaman masasında her zaman hazır bulunan kağıt ve kalemi eline aldı ve mehtabın aydınlattığı Boğaz'a uzun uzun baktı. Derin bir nefes aldı ve iç geçirdi. Önünde duran bembeyaz kağıda baktı ve şu satırları yazdı:

 

Akşam oldu hüzünlendim ben yine

Hasret kaldım gözlerinin rengine

Gel mehtabım gel sevdiğim gel yine

Hasret kaldım gözlerinin rengine.

 

İşte bu dizeler, böyle bir akşamın sonunda oluştu. Daha sonra Türkiye'nin ilk beste yapan kadınlarından biri olan Semahat Özdenses ile ses ve müzik oldu. Şarkıyı ondan dinledim ve anladım ki güfteyi yazan insanın psikolojisini çok iyi bilerek okumuş rahmetli!

 

Semahat Özdenses’i araştırırken bir yazıya rastladım. Çok utandım ve çok üzüldüm! Türkiye’nin sanata ve sanatçıya verdiği değer bu olmamalı! Size aktarıyorum.

 

3 Temmuz günü, 2008 yılında doksan beş yaşındayken kaybettiğimiz rahmetli bestecinin ölüm yıldönümüdür. Bütün mal varlığını TSK Mehmetçik Vakfı'na bağışlamıştır. Onur Akay, Semahat Özdenses'in mezarının başında dua okumak için toprağa verildiği mezarlığa gider. Ancak ne yazık ki mezarı bulamaz ve yeri belli değildir; çünkü mezar satın alınmadığından başlık taşı bile yoktur!

 

Biz ne hayırsız bir millet olduk! Ulusumuza çok önemli eserler kazandıran önemli bir bestecimizin mezarına dahi sahip çıkamıyoruz! Bu utanç hepimize yeter!