DUYGU KARAHASANOĞLU


UÇAN BALON

Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar.


                                             UÇAN BALON 

                         Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar. 

Öyle anlar olur ki, bir gün önce yaşadıklarınızı  özlemle anarsınız. Ne kaldı ki, çocukluk döneminde yaşadıklarınızı özlememek mümkün değil. 

Her yıl fuara gitmek bizim evde alışkanlık olmuştu. Sonbaharın ilk ayı Eylül, fuara gitme ayı olarak belirlenmişti.  Fuara gitmek benim kadar kardeşlerim kuzenlerim içinde ayrı önem taşıyordu. Bir yılın yorgunluğu fuarla giderilmiş olurdu. Öyle ya, biz çocuklar için fuara gitmek eğlenceli bir geziydi. 

                       Gün kararmak üzereydi. Fuara gidecek olduğumuz minibüs, evin önüne park etti. Cici kıyafetlerini giyen, minibüste yerini aldı. 

Ben, en çok sevdiğim pembe etek, beyaz bluzumu giymiştim. Üzerime de, annemin her zaman tembihlediği beyaz hırkamı almıştım. Annem en son olarak minibüse bindi. Minibüs hareket etmeden önce annem son kez sayım yaptı. Mutluluğumuza diyecek yoktu. Şarkılar türküler hep bir ağızdan söyleniyor, alkışlar arabanın içini çınlatıyordu. Arada bir annemin azarlaması duyuluyordu. 

                         Karanlık yolu arabanın farları aydınlatıyordu. Gecenin sessizliği her tarafa çökmüştü. Yol oldukça tenhaydı. Fazla araç olmadığı gibi aydınlatma direkleri de yeterli sayıda değildi.  Çoğu yerden sadece minibüsün farlarıyla gidiliyordu. 

Boş arazilerin arasından kıvrılan asfalt yol, minibüs geçtikten sonra tekrar yalnızlığa ve karanlığa terk ediliyordu. Her terk ediliş, yeni bir aracın farlarına kadar devam ediyordu.  Bu döngü her gün böyle devam edip gidiyordu. 

                       Minibüs fuar alanına girmeden önce annem, ikinci tembihlemesini yaparak; “yanımızdan ayrılmak yok. Sağa sola sataşmak yok. Her şeyi istemek yok.” Gibi nasihatlarda bulundu. Minibüs bizi indirdikten sonra fuarın parkına gitti. 

Işık cümbüşü gözlerimizi kamaştırdı. Işıklar  kadar seslerde kulaklarımızı tırmaladı.  Rengarenk spot lambaları altında satılık eşyalar, göz kamaştırıyordu.  Bardaklar, tabaklar, kaseler, sürahiler, tencereler, tepsiler, kaşıklar çatallar, tavalar her biri alıcısını yanına çekecek kadar güzel görünüyordu. 

Kadınlar, erkekler,çocuklar kendilerine göre geziyor, eğlence mekanlarına gidiyordu. Babam, ne istediğimizi sorup alıyordu. Lunaparkta bulunan salıncaklara yada çarpışan otolara hangisini istiyorsak bilet alıp, eğlenmemize izin veriyordu. Bende sırasıyla çarpışan otolardan başladım. Ardından atlı karınca, tahta üzerinde elektrikle çalışan küçük taksilerle devam ettim. Son olarak beyaz kuğunun karnında geceyi tamamladım. 

Biz çocuklar lunaparkta eğlenirken, annem ve teyzemde alış veriş yapmaya gitmişti.

Lunaparktan yavaş yavaş ayırlırken, babamdan bir istekte daha bulundum. Yanımızdan geçmekte olan baloncudan balon aldım. Balon alan bir tek ben değildim. Kardeşim ve üç kuzenimde uçan balon  aldı. Balonlar elimizde anneme doğru koştum.  O sırada bir bağırma sesi duydum dönüp baktığımda teyzemin oğlu kardeşinin balonunu uçurdu. Teyzemin kızıda göklere yükselen balonun arkasından bakıp ağlıyordu. Teyzem oğlunu azarladı. Kızının da elinden tutup avutmaya çalıştı. 

Babam, ortalarda görünmedi. Çok geçmeden  elinde bir balonla yanımıza geldi. 

Minibüs karanlığı yararak  ilerlemeye başladı. Elimizde sıkıca tuttuğumuz balonlar biz uyunca serbest kaldı. Her biri minibüsün tavanına çakılı durdu. Minibüs evin önünde durduğunda uyandım. Hemen balonumu alıp, arabadan indim. Teyzemin kızı balonunu sıkıca tutuyordu. Balonu uçmaması için karyolanın demirine bağladım.  Bir kaç gün sonra balon  kendiliğinden sönüp gitti.