ŞİMDİ BU YILLAR ANILARDA KALDI
Çocukluk anıları her zaman hafızamda farklı bir yer tutar. Eminim herkes benim gibi çocukluk yıllarına özlem duyar. Bazen büyümenin zorluklarından şikayetçi olurum. Nedeni oldukça açıktır. Sorunlar, hayatın gerçekleri acımasızlığı en üst seviyesine kadar çıkar. Her geçen gün bir önceki günü aratıyorsa, gelinen ortamın ne kadar kötü olduğunu gösterir. Her yaşam kendi iç dünyasında farklıdır. Hiç kimse bir başkasının yaşadıklarını tam olarak bilip anlayamaz. Zaten anlaması da, beklenemez. Bir başkasının yaşadığı zorlukları anlamak için o kişinin yaşadıklarını yaşaması gerekir.
Büyümek bu olsa gerek; gelen her yeni günün sorun yumağıyla gelmesi, fiziksel ve ruhsal olarak zinde olamamak, dostlarla yolların belli süre sonra ayrılması, hayatın gerçeklerinin yüzünüze tokat gibi vurması, riyakarlığın ön sıralarda saf tutması, bencilliğin, intikamın artarak, geçit vermemesi…
Annem ve teyzem her konuda iyi anlaşırdı. Birbirlerinin dertlerini sevinçlerini her daim paylaşırdı. Biz çocuklara da, onların söylediklerini yapmak kalırdı.
Her yıl fındık toplama zamanı gelince, bizim evde de, telaş başlardı. Çuvallar hazırlanır, harman yeri temizlenir, peştamallar tamir edilir, sepetler dışarı çıkardı.
Ağustosun yakıcı sıcaklığı altında fındık toplamak oldukça zordu. Annem ve teyzem farklı bir yol izledi. Büyükbabamın köydeki eski evine bir aylığına taşınma karar aldılar.
Oysa köyde annemin dayısı ve halasının evi vardı. Her sene onların evlerinde kalır, fındık toplanırdı. Her nedense bu sene annem ve teyzemin aklına o eski evde kalmak geldi.
Evden tabak, kaşık, çatal, tencere, piknik tüpü, döşek, yastık, yorgan ne varsa daha doğrusu ihtiyaç olan her şey alındı. Yirmi tane ekmek, beş kilo zeytin, beş kilo peynir, domates, salatalık, yumurta, biber, reçel, şeker, pirinç çay, makarna. Akla gelebilecek her şey alındı. Annemin beş çocuğu, teyzemin de, dört çocuğu köyün yolunu tuttuk.
Yaşlarımıza gelince en küçük beş, en büyük yirmi yaşındaydı. Bu demektir ki, fındık toplama günlükçü sayısı fazla olmayacaktı..
Neyse eve yerleştik. Akşam, yemeğini teyzemin çam ormanları yanındaki harmanda güle oynaya yedik. Evin iki odası vardı. Bir odasında annem ve çocukları, diğer odasında teyzem ve çocukları kalacaktı.
Ay ışığı altında çaylar yudumlandı. Pastalar yenildi. Yatma vakti annemin her zaman ki, uyarı sesiyle geldi.
Sabahın ilk ışıklarıyla annem ve teyzem fındık toplamaya gitti. Biz çocukların çoğu uykudaydı. Saat kaç oldu bilmiyorum ama teyzemin sesiyle uyandım. “kalkın bakayım, kahvaltı hazır. Üç sıra fındık topladık. Siz hala uyuyorsunuz.” Dedi.
Benimle birlikte diğer çocuklarda uyandı. Bahçeye hazırlanan kahvaltı sofrasına elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra oturduk. Haşlanmış yumurta, dilimlenmiş peynirler, domates, salatalıklar, biberler, sofrada yerlerini almıştı. Tereyağı, çilek reçeli sofranın vazgeçilmeziydi. Koca çaydanlıkta demlenen çay, bardaklara doldurulurken, köyü diğer hanelerinden sesli sesli konuşmalar duyulurdu. Birden çay içme yarışı başladı. En çok kim çay içecek diye yarış kızıştı. Annem ve teyzem acele ettikçe biz sofra başında gülüyorduk.
O gün fındık toplamaya geç de olsa gittik. Ancak öğle yemeği için acıktığımızı söyleyince annem, teyzemi eve gönderdi. Öğle yemeğini yedikten sonra biz çocuklar fındık toplamaya gitmedik. Akşam yemeği yine sofra başında neşeli geçti.
On gün böyle geçip gitti. Annem artık dayanamayarak teyzeme; “nedir bu? Biz buraya fındık toplamaya mı, geldik, çocukları yedirip içirmeye mi? Keşke onları getirmeseydik.”
Rahmetli annemin o sesi, hala kulaklarımda çınlar.