DUYGU KARAHASANOĞLU


PARA, PUL!

İnsanlar çeşitlidir.


                                              PARA, PUL! 

 

                  İnsanlar çeşitlidir. Kimse, kimseye benzemez. Herkes kendi yaptığının doğruluğuna inanır. 

Öyle bir döneme geldik ki, saygının, sevginin, merhametin, iyiliğin diyalogun, iletişimin, yardımseverliğin esamesi okunmuyor.

Bencillik, kıskançlık had safhada! 

Adam, sadece kendisinin doğru bildiğine inanıyor. Kimseye saygı gösterme nezaketinde bulunmuyor. 

 Bu nasıl bir ahlak? Bu nasıl bir insanlık? Bu nasıl bir davranış?!.

                 Gelsin paralar, gitsin paralar…  varsa yoksa para, pul! Para varsa, insanlık var, para yoksa insanlık yok. 

Para arsızı olmak, böyle bir şey işte! Her şeye para olarak bakmak, insanlığın geldiği noktayı gösteriyor. 

Tamam, tamam, tamam. Parasız hayat olmaz. Fakat parayla da, onur satılmaz. 

Şimdi diyeceksiniz ki! Kim onurunu parayla satıyor? İşte, onun cevabını siz kendiniz vereceksiniz. Bu kadar açıklama yaptıktan sonra hala bir şey anlamadıysanız, o da sizin kendi ayıbınızdır. 

                İnsan düşünen bir varlıktır. Şairin dediği gibi “…insan üç beş damla kan…” her şey bu kadar açık ve netken, hala neyin hesabı yapılıyor? 

Öyle kişiler var ki, parasız mezar bulsa içine girecek. 

Yahu! Bu kadar paraya tapmanın manası nedir?  Artık cepli kefen mi yapıyorlar? 

Onu bunu bilmem. Benim bildiğim son  yıllarda, insanlığın geldiği noktadır. 

Haa, diyeceksiniz ki, insanlık hangi noktaya geldi. Bunu anlamak için etrafınıza bakmanız yeterli olacaktır. Her nerede yaşıyorsanız, yaşayın, etrafınıza şöyle bir bakmanız yeterli olacaktır. 

Şimdi de, kızgınlık belirtileri başladı.

Yahu! Ben kimseye bir şey söylemedim ki… 

Üzerine vurgu yaptığım her şeyin parayla ölçülür olmasıdır. Her ürünün veya her hizmetin bir ederi ve oluru vardır. 

Günümüzde öyle insanlar, karşımıza çıkıyor ki, şaşırıp kalıyorsunuz. Ne diyelim! Kimse kimseyi hazmedemiyor. 

 “O niye orada, ben ondan daha iyiyim, onun parası yok, ben her şeyi bilirim, o hiçbir şey bilmez, o konuşmasını beceremez, o oturup kalkmasını da bilmez, o falancının uşağıdır, daha düne kadar kırsalda yaşıyordu, adam olsa anasını babasını bakardı...”

Bu gibi benzetmeler uzayıp gider. Amacım bunları uzatmak değil. Sadece insanlığın geldiği noktayı anlatmaktı. 

                 Yaşlı çiftçi, her akşam tavuk kümesine dadadan tilkiyi beklemeye başlar. Bir akşam, iki akşam derken, üçüncü akşam tilkiyi kıskıvrak yakalar. 

Tilki, boynunu büker. Çiftçiye yalvarır. “beni öldürme, bir daha tavuk çalmaya gelmem.” Der. Çiftçi tilkinin haline acır ve sözlerine inanır. Tilkiyi serbest bırakır. 

Birkaç hafta tilki çiftçinin tavuk kümesine uğramaz. 

Çiftçi, bu duruma çok sevinir. Tilkiden kurtulduğunu düşünür. Bir akşam, kümeste sesler duyan çiftçi, yavaş adımlarla gider ve tilkiyi yakalar. 

Tilki, önce çiftçiye, sonra çaldığı tavuğa bakar. 

Çiftçi kızarak; “hani bir daha gelmeyecektin?”

Tilki boynunu bükerek; “anladım, beni yirminci yüzyıl insanı yapmada, ne yaparsan yap.” Der.