Fatma Karahasanoğlu


        “ONUN İÇİN GÜLEMİYORDUM”

        “ONUN İÇİN GÜLEMİYORDUM”


                                  “ONUN İÇİN GÜLEMİYORDUM”

 

                      İbrahim Ethem, sultanlığı tahtı bırakıp, küçük bir kulübede yaşantısına devam etmeye başlar.  Bir gün göl kıyısında söküklerini diken, İbrahim Ethem’i, saray erkanı görür ve alay eder; “şuna bak, dün bir sultandı. Tahtı bırakıp bak ne hallere düştü. Kendi söküğünü kendi dikiyor. Fakir bir hayat sürüyor.”

İbrahim Ethem, elindeki iğneyi göle atar. Çok geçmeden balıklar ağzında iğneyle su üstüne çıkar. Ve bir balık İbrahim Ethem’e iğneyi uzatır. İbrahim Ethem, saray erkanına dönerek; “şimdi siz söyleyin. Balıkların sultanı olmak mı, yoksa sizin gibi dalkavukların sultanı olmak mı iyi?” 

                     Günümüzde her türlü olayla karşılaşmak mümkün olduğu kadar, unvan ve makam peşinde koşanlarla da, rastlaşırsınız. Gün be gün değişen düşünceler,hiçbir zaman insanın öz kimliğini ortaya koymamaktadır. Bir gün başka bir kimlik, ikinci gün başka bir kimlikle ortaya çıkar.

                      Hz. İbrahim, her akşam sofrasında misafir kabul ederdi. Asla sofrasına yalnız oturmazdı. Yine bir akşam üstü yoldan geçmekte olan bir yolcuyu sofrasına buyur eder.  Hz. İbrahim yemeğe başlamadan önce gelen misafirlerine yemek duası yaptırırdı. Bu misafirinin de, yemek duası yapmasını ister. Yemek duası bilmediğini söyleyen adama, Hz. İbrahim kızar ve sofradan kalkmasını ister.  O sırada Hz. İbrahim’e bir ses gelir; “Ya İbrahim ne yaptın? Biz yetmiş yıl o adama tahammül ettik de sen, yemekte tahammül edemedin mi?” bu ses üzerine Hz. İbrahim, adamın arkasından koşar. Ve özür dileyerek. Tekrar yemeğe buyur eder.

Anlamadan, bilmeden biri hakkında önyargılı olup, hüküm vermek kimsenin haddine değildir. bu yalancı dünyada herkes haddini bilecek.

Gelip geçici olan dünya nimetlerine aldananlar, sadece kendilerini kandırır. Kendisini kandıranların bir çoğu bunun farkında bile değildir. bir başkasını kandırdığını zanneder. Oysa kim ne yaparsa kendine yapar. Herkes kendi kuyusunu doldurur.

                    Adamın iki oğlu vardı. Biri haylaz, her türlü pis işe bulaşmıştı. Diğeri aklı başında, her işi hikmetle yapardı. Ancak yüzü hiç gülmezdi. Baba, oğlunun durumuna bir hayli üzülürdü. Oğlunun yüzünü güldüğünü görenlere bile ödül vereceğini duyurdu. Ne var ki, oğlu hiç gülmeye niyetli değildi. Bir kere de olsa oğlunun yüzünü güldüğünü görmek baba için çok önemliydi. Günler, haftalar hatta aylar geçti. Bir gün kasabın önünden geçen oğul, güler. Kasap, durumu babaya bildirir. Baba, heyecanla oğlunun yanına gider. “oğlum gülmüşsün. Hem de bir kasap dükkanın  önünde. Neden güldüğünü bana söyler misin?”

Oğlu; “evet, güldüm baba!. Her koyunun kendi bacağından asıldığını gördüm. Bu beni mutlu etti. Demek her kim ne yapıyorsa,  günahını kendi çekecek. Bende kardeşimin yaptığı hataların benden sorulacağını düşünüyordum. Onun için gülemiyordum.”