O BAYRAMLAR, GERİDE KALDI
Ramazandan sonra gelen, üç günlük bayram! Müminlerin tuttukları oruçlarının bayramıdır. Her mümin Allah rızası için orucunu tutup, bayrama erişmenin sevincini yaşar ki, bu sevinç hiçbir sevinçle mukayese edilmeyecek kadar güzeldir.
Bayramlarda eş, dost, akraba ziyaret edilir. Mezarlıklar temizlenip Kur’an okunur. Ölülerde, yaşayanlardan dua bekler.
Kalabalık aile içinde kutlanan bayramların tadı belki de, hiçbir yerde yoktur.
Büyükbabam her zaman şöyle derdi; “kızım, bayramı bayram gibi yaşayın. Mezarlıkları temizleyip, dua edin. Ölüler sizden yemek beklemez, su istemez, ancak sizden dua bekler. Nerede bir mezar görseniz birkaç dakikanızı ayırıp, o mezarın başında dua edin.”
Bayram hazırlıkları da bir başka güzel olur. Temizlik yapılır, tatlılar, börekler açılır. Bayramda gelecek misafir için en güzel yemekler yapılır.
Arife günü yapılan alış veriş diğer günlerde yapılan alış verişlere benzemez. Her şey bir başka güzellikte olur. Alınan her ürün bayramın bereketiyle daha da, anlamlaşır. Bayram şekeri, bayram çikolatası, bayram tatlısı olmazsa olmazların arasında yerini alır.
Misafirliğe giden de, misafir bekleyende mutlaka bunlardan birini alır yada yapar.
Bayramlar,bayramlar, bayramlar! Anne, baba ebedi istirahatına çekilince bayramların tadı, ne yazık ki, eskisi gibi olmuyor. Büyükler evin direği olduğu için her daim aranırlar.
Babamla yirmi dört, annemle on dört yıldır bayramlaşamıyorum. Her ikisinin de, kabrini ziyaret edip, dua ediyorum. Yıllardır yüzlerini görmedim, yıllardır seslerini duymadım,yıllardır ellerini öpmedim, yıllardır sarılıp kucaklaşmadım.
Her ikisi de dünyadaki ömürlerini doldurup, ahret yurduna göç etti.
Anne babayla geçen bayramlara farklı olurdu. Anlayan anlar, bilen bilir.
Yine bir ramazan bayramıydı. Ev, akrabalarla dolmuştu. Yemekler pişirildi, tatlılar hazırlandı. Her gelen ya bir kutu lokum, ya bir kutu çikolata yada bir kutu şekerle geliyordu.
Büyükbabam herkesten daha heyecanlıydı. Çocukları, kuzenleri, torunları, bayramlaşmanın keyfini yaşıyordu.
Annem her zaman ki, güleç yüzüyle misafirleri kapıda karşılayıp, bayramlarını kutluyordu. Bir ara evde bir sessizlik oldu. Tüm gözler aynı noktada kilitlendi. Bende gözlerin kilitlendiği yere baktım.
Uzun boylu, zayıf, oldukça yakışıklı, orta yaşlı bir adam elinde bir paketle ağır adımlarla eve doğru geliyordu. Annem ayağa kalktı, bir kaç adım ilerledi.
Büyükbabam siyah çerçeveli gözlüklerini çıkardı. Birkaç kez gözlerini ovuşturdu. Boğazını temizledi. Yutkundu, yutkundu.
Uzun boylu adam, gülerek herkesi selamladı. Önce anneme hasretle sarıldı. Büyükbabamın yanına gidip, elini öptü. “dayı, nasılsın ben, ben geldim. Tanıdın mı beni?”
büyükbabam, nemlenen gözlerini sildikten sonra; “sen, sen be oğlum! Beni ne kadar mutlu ettin. Kubilay sensin, ah! Şükriye’m anacığın yaşasaydı da, görebilseydi.”
Yakışıklı ve orta yaşlı adam büyükbabamın kız kardeşinin oğluydu. İlk kez görmüştüm. Uzun yıllar gurbette kalmıştı. Annem, babam, büyükbabam, Kubilay amcanın gelmesine çok sevinmişti. Eski günler yad edilip, geçmişin sayfaları tek tek açılmıştı.
O gün herkes çok mutlu olmuştu.
Şimdi; o bayramlar, çok geride kaldı.
Tüm okuyucularımın ve İslam aleminin Ramazan bayramını kutlarım.