Fatma Karahasanoğlu


NEFS, KASE, TOPRAK! 

 Kral, sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastlar.


                                                   NEFS, KASE, TOPRAK!       

 

                              Kral, sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastlar. 

"Dile benden ne dilersen" diye sorar.

Dilenci gülerek, " Benim her dileğimi gerçekleştiremezsiniz" der.

Kral bu cevaba şaşırır ve sohbet ilerler. "Her dediğini yerine getirebilirim. Sen söyle bakalım, ne istiyorsun?" 

"Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım" der. 

Kral ısrar eder. "Ne istersen iste, sana verebilirim. Ben kralım. Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz" der.

Bunun üzerine dilenci, elindeki kâseyi krala uzatır ve "bu kâseyi altınla doldurabilir misiniz?" diye sorar. 

Kral bir kahkaha atar ve vezirine kâseyi altınla doldurmasını emreder. Kâse dolup taşmakta ama sonrasında hemen boşalmaktadır. 

Altınlar, buhar olup uçmaktadır sanki. Kralın onuru kırılır.

Bir dilencinin kâsesini dolduramadığı ülkede kulaktan kulağa yayılır. Pırlantalar, elmaslar, yakutlar akıtılır kâseye. Ne var ki kâsenin dibi yoktur sanki. Dolup taşmasına rağmen kâse sürekli olarak boş kalmaktadır. 

Kral yenik düşmüştür. Dilenciye yakarır: "Tamam, tamam sen kazandın. Dileğini yerine getiremedim ama lütfen bana kâsenin neden dolmadığını söyle" der. 

" Bu kase insan nefsinden yapılmıştır.”

                               İnsan nefsini doyurmak zordur. Her gördüğünü almak ister. Dünyada her şeyin kendisinin olması için çabalar. Bir evi olur, ikinci ev ister, ikinci ev olur üçüncü ev ister. Kısaca, nefsi terbiye etmek gerekir. Terbiye edilmeyen nefis sürekli isteklerde bulunur. Doymak bilmez. 

Nefis öyle bir şey ki, bir başkasının malına da göz diker. Onlara sahip olmak için her türlü kılığa girer. Olur olmaz yerlerde arsızlık yapar. 

İşte o zaman ipin ucu tamamen kaçar. İpin ucu kaçtı mı, tutmak zor olur. 

                                Gölün  kıyısında balık tutmaya çalışan adamın yanına  kral yaklaşır. Balıkçı kralı görünce, şaşırır. Kral rahatsız olmamasını tuttuğu balıkların ağırlığı kadar altın vereceğini söyler. Balıkçı oltasını yukarı çeker. Oltanın ucuna kuru bir kemik takılır. Kral balıkçıyı saraya davet eder. Hazineden altın çıkarttırır. Terazin, bir kefesine kemiği diğer kefesine altınları koyar. Ne var ki, kemik kalkmaz. Başka altınlar eklenir kemik yine kalkmaz. Hazinede ki, altınlar neredeyse boşalır. Kemik yine kalkmaz. 

Kral bunun üzerine, bilgeleri çağırtır. Yaşlı bilge, kemiği eline alır. İnceledikten sonra, kefedeki altınları boşaltır. Boş kalan kefeye bir avuç toprak atar. Ve kemik kalkar. Kral şaşırarak bilgeye hikmetini sorar. Yaşlı bilge; “bu kemik insanın göz çukurudur. Gözü de bir avuç toprak doyurur.”