Fatma Karahasanoğlu


       “NE SORARLARSA BİLİYORUM DE!”

       “Mevlana’yı sevenlerden bir kimse, Mısır'a ticaret yapmak için gitmeye hazırlandı.


                               “NE SORARLARSA BİLİYORUM DE!”

 

                        “Mevlana’yı sevenlerden bir kimse, Mısır'a ticaret yapmak için gitmeye hazırlandı. Akrabası gitmemesi için çok zorladı ise de, dinlemedi ve kararından vazgeçmedi. Bunun üzerine yakınları, durumu Mevlana’ya bildirip, gitmemesini istirham ettiler. Mevlana da: "Gitme!" dedi. Ancak o kimse dinlemeyip gizlice yola çıktı. Gemi ile yolculuk yaparken, bir küffar gemisi bu gencin bulunduğu gemiye saldırdı. Pek çok yolcu ile beraber, bu genci de esir aldılar.

                     Memleketlerine götürüp çeşitli yerlerde çalıştırdılar. Genç, başına gelen felâketlerin sebeplerini, Allahü teâlânın sevdiği bir kulun sözünü dinlememekten olduğunu anlayıp, çok pişman olup, tövbeler edip istiğfarda bulundu. Bu şekilde kırk gün devam etti. Ertesi gün rüyasında Mevlana’yı gördü. Ona;

"Yarın senden bazı şeyler soracaklar. Ne sorarlarsa, biliyorum, de!" diye tembihte bulundu. Bir hastalık ile ilgili ilâç tarif etti. Genç uyandığında sevince gark olup, sabahı iple çekti.               Sabahleyin yanına gelenler kendisine; "Doktorlukla ilgili bir bilgin var mı?" diye sordular. Genç de; "Var!" deyince, genci alıp o yerin hükümdarına götürdüler. Meğer o yerin hükümdarı hasta imiş. Hiçbir doktor derdine çare bulamamış, hükümdar da hastalıktan kurtulamamış. Bu genç, hasta hükümdarı görüp; "Bana, şu şu meyvelerden şu kadar, şu şu otlardan şu kadar getirin." dedi. Kısa zamanda bulup getirdiler. Genç, hepsini güzelce öğütüp karıştırdı ve macun hâline getirerek hastaya yedirdi. Hasta, Allahü teâlânın izniyle bir anda şifa buldu. Hükümdar bu hastalıktan ümidini kesmiş iken, birden şifaya kavuşunca, gence; "Bir muradın varsa söyle, yerine getireyim. Mal, mülk istersen seni zengin edelim." diye ısrarla sorunca, genç;

"Ben, hiçbir şey bilmeyen bir kimseyim. Ailemden ve hocamdan izinsiz para kazanmak için evden çıktım. Beni yolda esir alıp, buralara getirdiler. Esir olunca, başıma gelen bu musibetin sebebini anlayıp, çok tövbe ettim ve hocam Mevlana hazretlerinden manen af diledim. Kendisini, kurtulmam için Allahü teâlâya vesîle eyledim. Bu akşam hocam Mevlana, bana bu size yaptığım şeyleri tarif eyledi. Ben de aynen yaptım. Gördüğünüz gibi, bütün bunlar, hocamın himmeti ve bereketiyle oldu." dedi.

                  Hükümdar genci serbest bıraktı. Çok para vererek zengin eyleyip, memleketine gönderdi. Mevlana’ya da pek çok hediyeler gönderdi.”

                                               ***

                “Şemseddîn Attâr anlatır: Mevlana bir gün camide vaaz ederken, mevzu; Hızır ile Mûsâ aleyhimesselâmın kıssasına gelmişti. Bu kıssayı, öyle fesahat ve belâgat ile anlatıyordu ki, herkes nefesini kesip, can kulağı ile dinliyordu. Benim yanımda bir şahıs başını önüne eğmiş bir şeyler mırıldanıyordu. Kulak verdim, dediklerini anladım. "Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin." diyordu. Bunun Hızır olduğunu anladım. Yanına sokuldum. "Anladım. Sen Hızır'sın, ne olur, bana ihsan eyle!" dedim. Cevaben; "Burada hazret-i Mevlana varken, benim sana ihsanda bulunmam deniz yanında teyemmüm gibi olur. Senin bütün müşküllerini o halleder." dedi ve gözümden kayboldu. Ben bu hâli Mevlana hazretlerine anlatmak için yanına gittiğimde, ben daha söze başlamadan; "Ey Attâr! Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur." diyerek benim sözümü kesti.”