Fatma Karahasanoğlu


NAZAR Maşallah, maşallah nazar değmez in

Maşallah, maşallah nazar değmez inşallah.


                                  NAZAR

 

                            Maşallah, maşallah nazar değmez inşallah. Bu sözü bilmeyen yoktur. Yeni ev alanlara ziyarete gidildiğinde; “korkmayın, nazar etmem. Yada, yeni doğan bebeğe ziyaret edildiğinde “nmaşallah, maşallah analı babalı büyüsün. “ denir. 

Gelenek göreneklere bağlı kalmasak da bazı sözler hala geçerliliğini korumaktadır.

 “Nazar insanı mezara, hayvanı kazana koyar.” Bu sözde sürekli dillerde dolaşır.

Sözler dillerde dolaşa dursun, nazarın insana verdiği zararlarda ortada. Nazar deyip geçmeyin. Nazarada inanın. 

                        Öyle anlar, var ki, nazarın insan hayatına mal olduğunu rahatlıkla söyleyebiliirm. Yıllar önceydi. Arkadaş arasında sohbet ederken, gözü yaşlı kadın başından geçen olayı anlatmaya başladı. “çocuğum dokuz aylıktı. Masmavi gözleri, bembeyaz teni vardı. Güzelliğine görenler hayran kalırdı. Bir akşam eşimle birlikte misafirliğe gittik. Bizim dışımızda bir kaç aile daha vardı. Bebek herkesin dikkatini çekti. Kucaktan kucağa, dolaştı durdu. Öptüler, sevdiler. Yedirdiler, kısacası bebek gecenin gözdesi oldu.   

Yemekler yenildi, çaylar içildi. Yavaş yavaş kalkmaya hazırlanırken, bebeğimde huysuzluk baş gösterdi. Ne olduğunu anlamadım. Eve geldik. Bebeğin huysuzluğu daha da arttı. Hastaneye koştuk, derken bebek kollarımıza canısz verildi. Ağlasam mı, yansam mı, ne yapsam bilemedim. Kızdım, dövündüm ama sonuç değişmedi. Bir kez daha nazar kelimesine inandım.  Gerçekten de, öyleymiş. Nazar insanı mezara, koyarmış.” 

                      Nazar konusu olunca anlatılanlarda çok olur. Herkes başından geçenleri anlatırken, benimde  aklıma yaşadığım bir nazar olayı geldi. 

İlkokula gidiyordum. Babam, sekiz tane kırmızı  civciv satın aldı. Civcivleri, mukavva kutusunda eve getiren babam, yanıma yaklaşarak önce kutuyu ardından civcivleri bana gösterdi.

 O kadar sevinmiştim ki, yumak gibi üst üste duran civcivlerden birini elime aldım. Minicik gagası, minicik ayakları o kadar sevimli ve güzeldiki. Babam civcivi sıkı tutmamamı, elimi gevşetmemi istedi. Avucumun içinde sıkışan civcivi kutunun içerisine bırakıp bırakmaz, arkadaşlarının arasına sokuldu. 

Her sabah, içinde civciv olan kutuyu evin terasına çıkarıp, kutudan tek tek elimle dışarı alıyordum. Güneşlenen civcivler, etrafı sarılı terasta öteye beriye koştururken, bende peşlerinden koşuyordum. Su ve yem kapları ayrıydı. Güneşten bunalan civcivlerin, su kabından su içerek, serinlemeye çalışması çok hoşuma giderdi. 

Yine böyle bir gün civcivlerimi evin terasına çıkarıp güneşlettiğim bir zaman alt kata oturan kiracı kadın, yanıma kadar gelerek; “aaa, ne kadar güzel bunlar. Hepsi kırmızı ve çok tombul” dedi. Bende babamın aldığını söyledim. 

Gözleri mavi olan kadın pür dikkat civcivleri inceledi. Her yaptıklarını takip etti. Çok geçmeden her zaman aynı yerde duran tahta nasıl olduysa üç civcivin üzerine düştü. 

Civcivler tahtanın altında ezilerek öldü. Ben şaşırdım. Kadını gözlerimle suçladım. 

Kadın,  mahçup şekilde üzüldüğünü söyledi. Neye yarar, üç tane civcivim, oracıkta öldükten sonra. 

Diğer beş civcivimi kutuya koyup, kadına bir şey söylemeden alt kattaki evimize gittim. O kadın, civcivlerimi nazar etti. Akşam eve gelen babama da aynı şeyi söyledim.