Fatma Karahasanoğlu


   MEVLANA’DAN MENKIBELER

“Mevlana, müritlerinden birini alış verişe gönderir.


                            MEVLANA’DAN MENKIBELER

 

              “Mevlana, müritlerinden birini alış verişe gönderir.  Mürit elindeki listeye bakar ve; “bu kadar malzemeyi ne yapacak? Hiç böyle alış veriş yaptırmazdı.” Kendi kendine konuşur.

Mevlana’nın istediklerini tam tamına getirip Mevlana’ya teslim eder.

Mevlana malzemelerin üzerine bez örter. Mürit pür dikkat Mevlana’yı izler. Mevlana bir müddet sonra elinde tepsiyle çıkar. Müritte arkasından takibe başlar. Mevlana gider, mürit takip eder. Yıkık dökük bir kulübeye giren Mevlana tepsideki etleri yavruları  olan dişi köpeğin önüne döker. Mürit meraklı bakışlarını sürdürünce,  Mevlana; “Allah, burada bir köpeğin olduğunu bir haftadan beri hiçbir şey yemediğini yavrularını bırakıp yiyecek bulamadığını kulaklarıma köpeğin iniltilerini işittirdi.” Der.

              Mevlana verdiği öğütlerle insan olmanın önemine vurgu yapmıştır. “Kusur bulmak için bakma birine, Bulmak için bakarsan bulursun, Kusuru örtmeyi marifet edin kendine, İşte o zaman kusursuz olursun.”

               Hz.  Mevlana her yıl Şeb-i Aruz törenleriyle anılmaktadır. Dünyanın dört bir yanından türbesine giden ziyaretçiler O’nu anlamaya çalışmaktadır. Mevlana’yı tanımak O’nu anlamak sanıldığı kadar kolay değildir.

“Bir gün, mutfakta odun kalmadığını arz etmek üzere Mevlana’nın huzuruna girer. Mevlana’nın latife olarak, “Kazanın altına ayaklarını sokarak kazanı kaynat!” demesi üzerine öyle yapar; ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerametin açıklanmasını istemeyen Mevlana, “Hay ateşbaz, hay!” der. Böylece Yusuf bu olaydan sonra “Ateşbaz” unvanıyla anılmaya başlar.”

Mevlana’yla ilgili bir başka menkıbe; “Bedreddîn Tirmizî isminde biri simya ile uğraşırdı. Mevlana’nın ismini duyarak Konya'ya ziyaretine geldi. Önce oğlu Sultan Veled'e uğrayarak, yapacağı altınlardan her gün bir dirhem Mevlana’nın talebelerine vereceğini vaat etti. Bu haberi Mevlana’ya ulaştırdılar, fakat o hiç cevap vermedi. Birkaç gün sonra Bedreddîn'in çalıştığı yere gitti. Bedreddîn simya ilmiyle uğraşarak altın yapmaya çalışıyordu. Mevlana’nın geldiğini görünce, ayağa kalkarak hürmette bulundu. Mevlana, oradaki demirden, bakırdan ve diğer madenlerden yapılmış eşyaları teker teker alıp Bedreddîn'e vermeğe başladı. Bedreddîn, her eline gelen eşyanın en yüksek ayarda som altından yapılmış olduğunu hayretle gördü. Mevlana, Bedreddîn'in şaşkın bir hâlde kendisine baktığını görünce; "Ey Bedreddîn! Sen simya ile uğraşmayı bırak. Çünkü sen ahrete gidince, simya dünyada kalacaktır. Sen öyle bir simya ile uğraş ki, seninle beraber ahrete gitsin. İşte o da din ilmidir. Bu, kalpten mâsivâyı, Allahü Teâlâdan başka her şeyin sevgisini çıkarıp, Allahü Teâlânın beğendiği şeyleri kalbe doldurmakla olur." buyurdu.

                 “Mevlana’nın talebelerinden biri, hac vazifesini yapmak üzere Hicaz'a gitti. O Hicaz'da iken, evinde hanımı, Arife gecesi bir tepsi helva yapıp, Mevlana’nın talebelerine gönderdi. Mevlana, helvayı kabul edip, orada bulunan bütün talebelerine bizzat kendi eliyle taksim etti. Herkes hissesine düşeni aldığı hâlde, tepsiden hiçbir şey eksilmedi. Alanlar tekrar aldılar, doyuncaya kadar yediler, yine eksilmedi. Bunun üzerine helva dolu tepsiyi Mevlana mübarek eline alıp; "Bu tepsiyi sahibine göndereyim." diyerek dışarı çıktı. İçeri girdiğinde, elinde tepsi yoktu. Ertesi gün helvayı getiren hanım, tepsisini medresenin mutfağında arattı, ancak, bulamadı. Mevlana’yı da bunun için rahatsız etmedi.

Aradan günler geçti, hacca gidenler dönmeye başladılar. Bu hanımın da beyi Kâbe'den dönüp Konya'ya geldiğinde, o tepsi, eşyalarının arasından çıktı. Kadın tepsiyi görür görmez tanıyıp, hayretinden dona kaldı. Beyine; "Ben Arife gecesi bu tepsi ile helva yapıp Mevlana’nın talebelerinin yemesi için göndermiştim. Tepsiyi ertesi günü arattığım hâlde bulamadım. Nasıl oldu da bu tepsi senin eline geçti?" deyince, şaşırma sırası hacıya geldi. O da; "Arife gecesi hacı arkadaşlarımla oturup sohbet ediyorduk. Bir ara çadırın kapısından bir el bu tepsiyi uzattı. Biz de tepsiyi aldık, elin sahibini araştırmak da aklımıza gelmedi. Helvayı yedikten sonra tepsiyi tanıdım. Kimseye vermeyip eşyaların arasına koydum. Başka bir şey bilmiyorum." dedi. Bunun Mevlana’nın bir kerameti olduğunu anlayınca, ona olan bağlılıkları daha da arttı.