Fatma Karahasanoğlu


  KÖR BİR KUYU

  KÖR BİR KUYU


 

 

 

  KÖR BİR KUYU

         Bazı insanlar kendilerini öve öve bitiremez. Yaptığı her şeyin olay olduğunu söyleyerek, beğenmişliğini iki katına çıkarır. Küçümseyen gözlerle etrafını süzerken, çoğu kez eleştirilere maruz kalırlar. Ancak hiçbir eleştiri çelik yelek gibi insanı korumaz. Bazı kalemler en etkili kurşundan bile daha tesirlidir. İsabet eden bir kurşun insanı öldürür fakat kalem peyder pey her gün öldürür. bir insan kendisini yeterince tanıdığından dışardan gelebilecek olan olumsuz ve olumlu her sese ne şekilde cevap verileceğini bilir. Kapasitesinin üzerinde aldığı abartılı övgülere toplum içerisinde var olan yerini tehlikeye soktuğu gibi saygısını da kaybetmeye başlar. hiç bir şey insandan onuru kadar değerli olmaz. bu nedenle hareketlerini daima bir çizgi üzerinde tutması gerektiğini bilmelidir. Çizginin ne önemli olduğunu futbol maçlarında görmekteyiz. Oyun sınırlarını belirleyen çizgiden top dışarı çıktığı zaman oyun aynı seyrinde kalıyor mu ? Eğer bunların analizini yapamayacak kadar düşüncesiz olunuyorsa, doğrusu diyecek sözde yoktur. bir iki ahlaksızın peşinden giderek kişilik bulmaya çalışan insanların topluma ne gibi faydaları olabilir?..

Gittikleri hat üzerindeki tehlikeleri eğer göze alabiliyorlarsa geri dönüşü olmayan bu yolda ilerlediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şüphe yok ki, kör bir kuyuya atılan taşlardan farksız konumdadırlar.  Zaten onlar hayatın daima bıçak tarafında yer alanlardır. Hiçbir zaman bulunmuş oldukları mevkiden şikayet etmezler. Çünkü onları orada tutmakla olan güç, sanıldığı kadar basit değildir.

         Belirli düzen üzerine kurulan yerler “ya bu deveyi güdeceksin, ya da bu diyardan gideceksin.” Özdeyişinde olduğu gibi dayatma usulüyle yaşam ne kadar güçleştirilmektedir. Öyle anlar olur ki,  insanın beyni infilak etme noktasına gelir. içinde bulunmuş olduğu durumu kimseye anlatamadığından kendi kendini dar ağacının ipine getirir. bu aşamaya gelinceye kadar acaba nasıl bir mücadele içerisine sokulmuştu, onu buraya itenler, yalnızlığının talihsizliği miydi ? Yoksa ahlaksız düşüncelere boyun eğmemiş miydi ? Bütün bunların hepsi tartışmaya açık konulardır. As olan, neden olaylar böyle cereyan etmiştir. Herkesin yaşamaya hakkı vardır. hiç kimse düşündüklerinden ötürü yargılanamaz. Ve kötü yaşam koşullarına terk edilemez. Hangi insan bu hakkı kendisinde bulabilir ? Bazıları bulunmuş olduğu mevki hak etmediğinden hiçbir  zamanda gerçek  hakkının veremez. Sadece özentilerin peşinden koşan gösteriş budalası bir ahlaksızdır. Ona göre her şey basit, değersiz ve anlamsızdır. Daima kendisiyle çelişen kişiliğe sahip olduğundan onu kim hangi yönde, nerede överse, rahatlıkla o tarafa doğru yönelmektedir.

Kısacası, vicdanı ve benliği hür olmayanların sonu budur.