Fatma Karahasanoğlu


    KISSADAN HİSSELER

    Bir bedevinin çok değer verdiği bir köpeği vardı.


                               KISSADAN HİSSELER

 

                  Bir bedevinin çok değer verdiği bir köpeği vardı. Bir gün bu köpek hastalandı can çekişiyordu. Bunu fark eden adam ağlayıp gözyaşı dökmeye başladı. O sırada orada bir dilenci geçiyordu; merek edip sordu : 
   - "Neden böyle ağlıyorsun? Ne oldu? " dedi. 
   Adam hüzünle cevap verdi : 
   - "Bir köpeğim vardı, çok akıllı çok marifetli bir köpekti, bak işte şuracıkta, yolun üstünde ölüyor, onun için ağlıyorum." dedi. 
   Dilenci sordu : 
   - "Köpeğinin derdi neydi, neden ölüyor?" dedi. Bedevi cevap verdi : 
   - "Zavallı köpeğim açlıktan ölüyor." dedi. 
   Bunun üzerine dilenci sordu : 
   - "Elinde şu dolu dağarcıkta ne var." dedi. 
   Bedevi : 
   - "Dün geceden kalan ekmeğim, azığım." dedi. 
   Dilenci: 
   - "Madem öyle neden o zavallı köpeğe bir parça ekmek vermedin de şimdi ağlayıp duruyorsun." dedi. 
   Bedevi : 
   - "Ekmeği insana kimse bedava vermiyor, fakat gördüğün gibi gözyaşı dökmek bedava... Onun için bırak da doya doya ağlayayım." dedi.

                                                 ***

            Adam kil yemeye alışmıştı.     Bir gün çarşıya, şeker almaya gitti. Şekerciler sokağında geziniyordu. Vitrinde birbirinden lezzetli, her biri farklı biçim ve renkte şekerin bulunduğu kavanozlar duruyordu. Bir süre bakındıktan sonra,‘bana iki kilo şundan verir misin?’ dedi.

Dükkan sahibi, kilo yerine kil kullanıyordu terazide.

‘Biraz bekler misin?’ diye sordu, ‘komşudan kilo alıp geleyim’

‘Benim için kilo veya kil fark etmez, şeker alacağım, sen onunla tartıver’

Dükkan sahibi, kil topaklarını kefeye koydu,

‘ben’ dedi, ‘ambara iniyorum, şeker getireceğim’

Adam beklemeye başladı.

Gözünü, terazideki killerden ayıramıyordu. Canı çok istiyordu.‘Daha fazla dayanamayacağım’ diyerek, birini aldı iştahla yemeye başladı.

Dükkan sahibi geri dönerken fark etmiş, gizlenip, göz ucuyla bakıyordu. Adam kendinden geçmiş bir halde yiyordu. Dükkancı ona bakarak, kendi kendine,

‘ye ye’ dedi, ‘toprağımı çalıyorsun, kefedeki kilden ne kadar çok yersen o kadar eksik şeker alacaksın. Görünüşte beni aldattığını sanıyorsun ama, aldanan sensin’

                                              ***

                      Bağdat’lı Cüneyd’in, tekkesine bir gün,  okuması yazması olmayan bir delikanlı konuk olur.  Tekkedekiler, genç adamın tarikattan ve hakikatten habersiz biri olduğunu görüp, şaşırır.

Müritler, genç adamı tekkeden uzaklaştırmak isterler.

Delikanlı,

‘beni’ dedi, ‘lütfen şeyhinize götürün, ona öğrenci olmak ve dergahında bir lokmayla yetinmek istiyorum’

 Deyince, delikanlıyı Cüneyd’in yanına götürürler.  Ancak müritler ısrarla delikanlının tekkeden uzaklaşmasını ısrarla isterler.

Cüneyd,‘niçin onu uzaklaştırmak istiyorsunuz?’ diye sordu.

Müritlerden biri, ‘ne yol biliyor ne yöntem. Halden de habersiz melalden de’ dedi.

Cüneyd, genç adamın yüreğine baktı ve gencin, gerçeğin kapısından girmiş, varlığın yüreğine doğru sızmakta olduğunu gördü. Ne var ki kendinden habersizdi. Ruhsal yolculuğunun nereye uğradığını bilmiyordu. Müritlerine çıkışarak,

‘benim’ dedi, ‘kırk senede dünyadan elimi eteğimi çekerek eriştiğime, bu delikanlı on sekizinde ulaşmış. Tekkemizde bir hakikat ehlinin bulunmasını çok mu görüyorsunuz?’