DUYGU KARAHASANOĞLU


KAHVE

Bir çoğumuzun günün her saatinde vazgeçmediği kahvenin bir hikayesi var. Kahve, çoğu zaman insanı zinde tutar. Kahve içerken, alınan mutluluğun tarifi de yoktur.


                          KAHVE

 

              Bir çoğumuzun günün her saatinde vazgeçmediği kahvenin bir hikayesi var. Kahve, çoğu zaman insanı zinde tutar. Kahve içerken, alınan mutluluğun tarifi de yoktur.

Türk kahvesini pişirirken yaydığı koku, adeta insanı büyüler. Fincanlara dökülen kahvenin köpüklü olması her zaman makbuldür. 

Kahve lokumla servis yapıldığı zaman tadı ve değeri daha da farklılaşır. 

Kahve günümüze kadar hani aşamalardan geldi. Bunu her zaman merak etmişimdir. Öyle ya,i gün içerisinde, içimine doyamadığımız kahvenin nereden geldiğini bilmek de, hakkımız!.   

            Bugün Etiyopya dediğimiz Habeşistan'ın Kaffa şehrinin yüksek yaylalarında keçilerini otlatan bir çobanın bir gün dikkatini ilginç bir şey çekti.

Yüksek tepelere çıkarken yorulan keçiler, bir ağacın kırmızı küçük meyvelerini yiyince canlanıyor, yerlerinde duramıyor, hatta uyuyamıyorlardı.

Çoban, "neden" diye sordu kendi kendine, sonra "bu meyveden olmalı" dedi.

O meyvelerden kendisi de yedi. 

Kısa sürede güçlendiğini, daha enerji dolu olduğunu fark etti. 

İşte o meyve kahveydi.

Kahve adı da bulunduğu şehrin adı Kaffa'dan geliyor.

Ünü kısa sürede bölgeye yayıldı. 

Özellikle Arap yarımadasında bir tutku oldu.

Araplar "Qahva" dediler, bu mutluluk hormonuna.

İngilizler, Coffe.

Ünü Yemen'den Osmanlı'ya, Osmanlı'dan Avrupa'ya, oradan da Amerika'ya taşındı.

Osmanlı Sarayında özel "Kahvecibaşı" çalışıyordu.

Adamın tek işi padişaha kahve pişirmekti.

Türkülerimize bile girdi kahve.

"Kahve Yemen'den gelir, suyu çemenden gelir." 

Kahveyi Afrika'dan Arap yarımadasına taşıyanlar Müslüman dervişlerdi.

Amerika ve uzak doğuya taşıyanlar ise Hıristiyan keşişler oldu.

Dervişler kahveyi tek tip içtiler, tozunu sıcak su ile kaynattılar. 

Türk kahvesi dediğimiz de öyle yapılanlardan.