KADINLAR KAHVESİ
Söz sözü açar, sözde geçmişin sayfalarını. Bizim mahallede her şey bir ahenk içerisinde yaşanırdı. Çocukluğumun geçtiği mahalle, örnek gösterilecek mahallelerden biriydi. Herkes kendi halindeydi ancak komşunun derdi, kendi derdi gibiydi. Kendi sevinci de komşunun sevinci gibiydi. Aynı evin insanı gibiydiler.
Mahallemizin iki katlı ahşap evi kadınlar kahvesi adını almıştı. Her gün ahşap evde toplanan kadınlar, günlük yaşantıdan başlayarak her konuya değinirdi.
Kadınlar kahvesine gidenler mutlaka yiyecek bir şey getirirdi. Fasulye turşusu, haşlanmış patates, tereyağı, telli peynir, kaymak, lames, sarma, kek gibi.
Kahve sahibi de, mutlak suretle sobada ekmek pişirir, ıhlamur çayı kaynatırdı. Her kadının mutlaka el işi vardı. Kazak örenler, dantel örenler, iğne oyası yapanlar, etamin işleyenler vb. Annemle her yere gittiğim için kadınlar kahvesine de sık sık gitmiş olurdum. Her biri özel yaşantısından anlatır, sonra da kahkahayla gülerdi. Hiçbirinin yüzü asık değildi. Gülücükler yanaklarında hazır beklerdi.
Annemin elmacık kemiğindeki gamzeleri gülünce iyice belirginleşirdi. Kadınlar, annemin gamzelerine hayranlıkla bakardı.
Odanın ortasına konulan tahta sofranın üzeri yiyeceklerle donatılırdı. Odanın içini dolduran uğultu bazen yerini çatal kaşığa bırakırdı. Neşeli ortamda yenilen yemeklerin ardından çaylar yudumlanırdı. Akşama kadar deyip gülerlerdi. Akşam olunca, kadınlar kahvesi yavaş yavaş boşanırdı. Herkes kendi evine giderdi. Bir gün daha kelimelerin belleri kırılmış olurdu.
Mahallenin bir başka özelliği de ramazan ayında cami hocasına iftar yemeği verilmesiydi. Mahallemizin camisi fazla büyük değildi. Ancak kadın ve erkek yerleri cemaati dışarıda bırakmayacak kadar büyüktü.
Ramazan ayı geldi mi, mahallemizde telaş başlardı. Hacıbaba (annemin babası) mahalledeki tüm evleri sıraya koyardı. Ramazanın birinci günü hocaya kim iftar yemeği getireceğini kağıda yazar, sonra o ev halkına bildirirdi.
Bütün evler sırayla yazıldığından karışıklık olmazdı. Herkes hocaya verecek olduğu iftar yemeğinin gününü bilmiş olurdu.
Bize ramazanın kaçıncı günü sıra geldiğini hatırlamıyorum ama hocaya getirdiğimiz iftar yemeklerini çok iyi hatırlıyorum. Yayla çorbası, sulu köfte, pilav, şekerli yufka.
Caminin alt kısmında bulunan oda, hoca için hazırlanmıştı. Birkaç tane masa ve sandalye vardı. Hacıbabam bu işlere çok önem verirdi. Hocanın rahat etmesi için bir yerlerden tahta masalar ve sandalyeler almıştı.
Ramazan boyunca iftara yakın caminin altındaki oda, yemek kokularıyla dolardı. İftardan sonra kadın, erkek, çocuk teravih namazını kılmak için caminin yolunu tutardı.
Biz çocuklar oynamaktan, gülmekten kendimizi alamazdık. Her defasında erkeklerin bölümünden üst katta bulunan kadınlar bölümüne ikazlar yapılırdı. Her ikazdan sonra sukut birkaç dakika sürerdi. Sonra yeniden gülüşmeler başlardı.
Camide fazla kalamazdık. Namaz başlamadan annelerimiz bizi güvendikleri mahalledeki ablalarla eve gönderirdi. İstemeyerek de olsa, camiden çıkardık.
Bizim mahalle böyle bir mahalleydi. Şimdi o mahalleden eser kalmadı. Evler istimlak edilip boşaltıldı ve yıkıldı.