DUYGU KARAHASANOĞLU


İŞTE, HAYAT!

Ne zaman yanına uğrasam renklerin arasında kaybolur giderdi.


                                          İŞTE, HAYAT! 

 

                 Ne zaman yanına uğrasam renklerin arasında kaybolur giderdi. İki katlı atölyesinde her bir tablo ilgi çekecek kadar özenle çizilmişti. 

Abit Güner, sanatçı kişiliğiyle tanınmış iyi bir ressamdı. Geçen hafta ebedi istirahatine çekildi. Tablolarını sevenlerini en çok sevdiği tuvalini ve fırçasını geride bıraktı. 

Güner,  tuval üzerinde çalışırken, adeta dünyadan kopmuş olurdu. Öğrencileri kadar ziyaretçi sayısı da, fazlaydı. Abit Güner’in önüne fotoğraf koyun, aynısını fırçayla resmederdi. Renkleri o kadar ayrıntılı kullanıyordu ki, çizilen bakracın her noktasını belli edecek kadar ayrıştırırdı. 

Her tabloda bir manzara kendini öne çıkartacak kadar diğer manzara resimleriyle yarışır gibiydi.

 Abit Güner, çizmekle meşgul olurken, resimde tamamlanmış olurdu. Renklere sıra geldiğinde yine aynı özeni gösterirdi. 

                 Trabzon sokaklarında yağmur bir başka olurdu. Parke taşlarının üzerine her yağmur damlası insanı farklı dünyalara taşırdı. Uzun Sokak’ın her parke taşı; bir anıyı, bir hayali anımsatır. Trabzonlu olup yada Trabzon’a gelip de, Uzun Sokaktan geçmeyen yoktur.

Uzun Sokak’tan Tanjanta birleşen  ara sokaklarda, yağmurun ıslaklığından nasibini almakta gecikmezdi. 

                 Abit Güner’in resim atölyesi böyle bir ara  sokaktaydı. Kentin üzerine akşam hüznü çöktüğünde ışıklar daha farklı görünüm kazandırıyordu. Akşamlar Trabzon’a çok yakışırdı. Sanat kokan sokaklarına düşen her damla, fırçanın ya da, şiir dizelerinin konusu olur. Sıralanan kelimeler satırlara dönüştüğünde, hayallerde  kendini akışın içerisinde bulur. 

                   Trabzon’da yağmurlu bir akşamdı. İnsanların bir kısmı şemsiyesini açıp, hızlı hızlı yürürken bir kısmı da herhangi bir mağazanın içine sığındı.

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, parke taşlarını dilediği gibi ıslatıyordu.   

Giydiğim yağmurluğun uç kısımlarından damlayan sulara aldırış etmeden Abit Güner’in resim atölyesine doğru hızımı artırdım. 

Açık kapıdan içeri girdiğimde ne kadar ıslandığımı daha iyi fark ettim. Kardeşimde benden farksız değildi. Onun da yağmurluğundan damlalar çabuk çabuk damlıyordu.

Abit Güner, kapının sesini duymuş olacak ki, her zaman ki sakin sesiyle; “üst kattayım.” Dedi.   

Merdivenlere başlamadan önce duvarda asılı tabloları her gelişimizde olduğu gibi bu gelişimizde de, incelemekten kendimizi alamadık. 

Abit Güner, tuvalin başında düşünceli düşünceli elinde fırçasıyla çizdiği resme bakıyordu. Bizi görünce ayağa kalktı. “Hoş geldiniz” deyip yer gösterdikten sonra yine sakin sesiyle; “çay kahve hangisini isterseniz. Bende bu arada mola vermiş olurum. ” Dedi. 

Geleneği bu seferde bozmak istemediğimizden kahve söyledik. Kahveler gele dursun Abit Güner’le çizdiği resim üzerinde yorum yapmaya başladık. Eleştiriye açık bir insandı. Çizdiği tabloda kullandığı renklerin uygun düşüp düşmediğini bize sordu. Tuval üzerindeki resmi inceledik. Kardeşim resimdeki bir renge takıldı. Abit Güner’in gözünden kaçmadı. Hangi rengin uymadığını sordu. Kardeşim, açık sözlülüğüyle işaret  etti. 

Abit Güner birkaç dakika resme baktı. Bitirmek üzere olduğu tablodaki her şeyi sildi. Bir an şaşırdık neden sildiğini sorduk. O kadar emek harcadıktan sonra bitmek üzere olan tablo silinir mi, deyince Abit Güner yine sakin sesiyle; “ben ressamım, eleştiriye açığım. Tablolarım sergilendiğinde en küçük kusur yada tablodaki renk uyumsuzluğundan rahatsızlık duyanlar varsa ben işte o zaman çok müteessir olurum. Bu resim henüz bitmemişti. İyi ki geldiniz ve bana söylediniz. Onun için size teşekkür ederim.”

 O sırada kahveler de, geldi.  Fincandaki köpüklü kahve yudumlanırken, tablo üzerindeki sohbet uzadıkça uzadı. 

İşte Abit Güner böyle bir insandı. Mütevazi ve eleştiriye açık!

 Ruhu şad, mekanı cennet olsun.