Fatma Karahasanoğlu


DİKEN VE MORA

Anılarıma iki sayıda ara verdim. Bugün yeniden paylaşmak istedim.


                                               DİKEN VE MORA

 

                                Anılarıma iki sayıda ara verdim. Bugün yeniden paylaşmak istedim. 

                                 Yol kenarlarında büyüyen dikenleri bilmeyenimiz ve görmeyenimiz yoktur. Doğanın hangi tarafına baksanız, bu dikenler sizi karşılar. 

Bazen gömleğinizin koluna, bazen eteğinize, bazen de pantalonunuzun paçasına sarılır.  Sizi göndermemek için tüm gücünü kullanır.

Çocukluğumda bu dikenlerle daha sık karşılaşırdım. O zamanlar bu kadar beton yığınları yoktu. 

 Doğa daha özgür, daha sereserpeydi. Yeşllliğini, çiçeklerini,  ağaçlarının dallarını, dikenlerini, otlarını dilediği kadar uzatırdı. Fazla karışanı da yoktu. 

                                 Evimizin yanında fazla büyük olmayan dikenlik vardı. Dikenlerin bulunduğu yer meyilli olduğundan annem, asla gitmeme izin vermezdi. 

Ancak büyükbabamın evinin etrafında ve yolundaki dikenlerden mora toplamama annem izin verirdi. Bu dikenlerde birde diken burnu vardı. Diken burnu çok güzel tava yapılırdı. Yapılan tava yumurtalıda olurdu. Diken burunları ilkbaharda olurdu. 

Mora önce kırmızı daha onra siyah olurdu. Moralarında oluş zamanı yanlış hatırlamıyorsam, Haziran veya Temmuzdu. Ben ikisinide toplamayı ve yemeyi çok severdim. 

Sekiz yada dokuz yaşlarındaydım. Teyzemin kızları, ablam ve ben. 

Patika yol boyu mora toplamaya başladık. Temmuzun kavurucu sıcaklığı altında dikenler arasında büyüyen olgun moraları topluyor, elimizdeki kaselere dolduruyorduk. 

Dördümüzde ayrı dikenlerden mora alıyorduk. Arada bir çıplak kollarımza yapışan dikenler kanatmadan gitmiyordu. Ancak dikenlere aldıran kim? 

Ben kasemi tamamen mora doldurdum. Kasesini dolduramayanlara yardım ettim. Gerçi kasesini mora doldurmayan yoktu ama ben yinede mora topladım. 

Yaklaşık dördümüzün topladığı mora iki kiloya yakın oldu. Yanımızda getirdiğimiz büyükçe kaseye döktük. Sonra sırayla moraları elimizle ezmeye başladık. Biz edikçe suları çıkan moralar posa haline geldi. Bu işemi yaparken, ellerimiz, kollarımız, penyelerimiz, eteklerimiz de, moranın sularından nasibini aldı. 

Mora toplamak, moraları ezmek eğlenceliydi de, eve dönüş nasıl olacaktı. Annem ve teyzem bizi bu halde gördüklerinde “aferin çok güzel yaptınız.” Demeyecekti. 

Bu düşünce bizde fazla kalmadı. Eğlenceli mora ezmesine devam ettik. Gün kararmak üzereydi. Oturduğumuz yerden kalktık. Ezilmiş mora kasesini dönüşümlü taşıdık. Eve yaklaşınca, korkumuz arttı. 

Ben en arkadaydım. Annemin önce beni görmesini istemiyordum. Bunları düşünürken annemin ve teyzemin sesini duydum. 

Her ikisi de, bize doğru geliyordu. Annem, kaşlarını çatmış, bir şeyler mırıldanıyordu. Ne söylediğini anlamıyordum. Kulaklarım sanki duymaz olmuştu.

Annem yanıma geldi. Elllerime ve yüzüme baktıktan sora “bu halin ne? Sadece senin değil, diğerleride aynı. Bu haliniz ne? Ne yaptınız? Bütün gün sizi aradık.”

Sesinde şefkate karışık, kızgınlık vardı. Kekeleyerek, “ben, ben biz mora topladık.  Sonra sonra onları ezdik.” O sırada teyzem, geldi. Dördümüzü bir araya toplayıp, “aferin size, aferin size. Büyük bir iş yaptınız. Üstünüz başınız ne olacak? Şimdi soğuk suyun altına koymak var ama yine bize zararınız gelecek. Bu seferde hastalığınızla uğraşacağız.” Dedikten sonra dördümüzü birden banyoya soktu.         

                              O gün, bugün nerde mora görsem, aklıma çocukluğum ve o gün gelir.