Fatma Karahasanoğlu


ÇOCUKLUK BİR BAŞKAYDI 

Ramazan aylarında camilerde çocukluğumda çok mevkit okutulurdu. Mahallemizdeki camide her akşam okutulan mevlite mutlaka giderdim.


                                ÇOCUKLUK BİR BAŞKAYDI   

 

                Ramazan aylarında camilerde çocukluğumda çok mevkit okutulurdu. Mahallemizdeki camide her akşam okutulan mevlite mutlaka giderdim. 

Önce oruçlar açılır, sonra teravih namazı için caminin yolu tutulurdu. 

Rengarenk baş örtülü hanımlar, ellerinde çocuklarıyla birlikte camiye doğru yol alırdı. 

                 Evimiz camiye fazla uzak sayılmazdı. Bizim evde de oruçlar açıldıktan sonra camiye gitmek için evden çıkılırdı. Ben, her zaman annemden önce evden çıkıp camiye giderdim. 

Mevlit akşamları benim gözümde daha olurdu. 

Her akşam caminin feyzi farklıydı ancak çocukluğumdaki durumu daha farklıydı. 

Kocaman avizenin aydınlattığı camiye, cemaat birer ikişer girerken kapıda mutlaka gül suyu ikram edilirdi. 

Eller gül suyuyla ovuşturulup, yüze sürülürdü. 

Hanımlara ayrılan ikinci kattaki, bölüme girdiğimde her akşam oturduğum halının üzerine bağdaş kurdum. Annemde yanıma gelip oturdu.

Her gelen kadın selam verip, halının üzerine oturdu. Mevlit henüz başlamamıştı. Kadınlar arasında ki fısıldaşma mevlit başlayınca da, devam etti. 

Erkekler bölümünden, tahtaya vurularak; “hatunlar sessiz olun.” Diye ses işittiim. 

Hatunlar birkaç saniye susup, sonra yeniden fısldaşmaya başladı. Tabii biz çocuklarda kendi aramızda konuşup, gülüşüyorduk.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama mevlit henüz bitmemişt. 

Bizim olduğumuz bölüme onüç-on dört yaşlarında mahalleden tanıdığım çocuk geldi. “imam ve cemaat sessiz olmanızı istedi.” Dedi ve gitti. 

Annem beni yanına çağırdı ve oturttu. Kulağıma sessizce; “birdaha kalkma.” Dedi. 

Annem babasından aldığı terbiyeyle dedikodu yapan kadınlara hiç karışmazdı. 

Bir kenarda oturur mevlit dinler sonra teravih namazını kılardı. O akşamda öyle yapmıştı. Kadınları sessiz olmaları hususunda defalarca uyardı. 

Annemin yanına giitim ama aklım arka tarafta duran şekerlerde kaldı. Bir daha ayağa kalkarsam, annemden işiteceğim azarın haddi hesabı yoktu, bunu biliyordum. Kalkmazsam, rengarenk külah içindeki şekerlerden alamayacağım. 

Mevlit hala devam ediyordu. 

Arka safta oturan iki genç kadın sessizce ayağa kalkıp, şeker külahları dolu sepeti koluna takıp, ön safdan başlayarak, herkesin kucağın bir külah şeker bırakmaya başladı. 

Diğer kadında önden geçip gül suyu ikram etti. 

Bana sıra gelince, kadına nasıl baktıysam iki külah şekeri uzatıp, gülümseyerek gitti. 

Ben şekerleri aldım ama gözüm annemin yüzüne takıldı. Annem kaşlarını çatıp bana öyle baktı ki, gözlerimi önüme eğdim. Sadece alçak sesle; “şeker dağıtan kadın iki külah verdi.” Dedim.

 Annem hiçbir şey söylemedi. Bunun cevabını biliyordum. Eve gidince söylemesi gerekenleri söyleyecekti.  Çünkü camii beni azarlayacak bir yer değildi. Annemin terbiyeside buna asla müsait değildi.