DUYGU KARAHASANOĞLU


  BÜTÜN GECE BİR İPİN HESABINI VEREMEDİM

     Vaktiyle kasabanın birinde zengin bir adam varmış


    BÜTÜN GECE BİR İPİN HESABINI VEREMEDİM

                          Vaktiyle kasabanın birinde zengin bir adam varmış. Adam, o kadar zenginmiş ki, kasabanın çoğu  ona aitmiş. Yaşlı adam dört bir yana haber salar. Öldüğü gece her kim bir gece onunla mezarda kalırsa, malının yarısını ona bağışlayacakmış. Vasiyetini çocuklarına söyler.  Gün gelir yaşlı adam ölür.  Dört çocuğundan hiç biri mezara girip bir gece geçirmek istemez. Kasabanın en ücra köşesinde yaşayan fakir hamal, yaşlı adamın vasiyetini öğrendiğinde “olsun bir gece mezarda kalırım. Bir gün sonra zengin olurum. Daha hamallık yapmam. Bende çalışmadan keyfime bakarım.”

Adamın çocuklarına giderek bir gece mezarda kalabileceğini söyler. Çocuklarda kabul eder. Yaşlı adamla hamalı aynı mezara koyarlar. Sorgu melekleri mezara gelir. Aralarında, ölü zaten bizimle gelecek. Önce canlıyı sorguya  çekelim derler. Hamala dönerek;  “ Söyle bakalım, ne iş yapıyorsun?” “hamalım” der, melekler, “sepetin bağını nerden aldın? Hakkını tam verdin mi? İpi, satın aldığın kişiyi memnun ettin mi? İpi satan adamın yüreğini ferah tuttun mu?” gibi sorularla sabaha kadar  hamal sorguya çekilir.

Sabah olunca yaşlı adamın çocukları mezara gelerek hamalı mezardan çıkarır. Ve geceyi nasıl geçirdiğini sorarlar. Hamal, “bütün gece bir ipin hesabını veremedim. O kadar malın hesabını hiç veremem. Onun için mal mülk istemiyorum.” 

                            Kıssadan hisse almak gerekir. Haram mal yiyenler, malına haram katanlar, öldükleri vakit nasıl hesap vermeyi düşünüyor? Bugün bir çok ülkede açlık ve savaş var. Yanı başımızda Suriye her gün barut kokusuyla güne merhaba diyor. Silah fabrikaları tam kapasite çalışarak paralarına para katarken ölen masumların günahını nasıl çekmeyi düşünüyorlar?  Her kim olursa olsun bulunmuş olduğu mevkide, verilen imkanlarla yaşam sürmeli. Fazlasını istememeli zaten buna da hakkı yoktur.

                           Aç gözlülüğün kol gezdiği, hırsın tuzak kurduğu, kin ve nefretin nöbet aldığı bir dünyada yaşamaya mahkum edildik. Her tarafta kan, ölüm, barut, gözyaşı, çığlık…  

Masum insanların yaşamlarına kast etmek, hangi insanlıkla özdeşleşebilir? Birileri  kasasını doldururken, birileri de bunun bedelini canıyla ödüyor. Can pazarlığı yaparak, biraz daha nefes almak için yardım dileniyor. Çoğu zaman yardım dilenen eller, geri çevriliyor.

                        Arap baharı adıyla başlayan çılgın dalga, o topraklara bahar mı, yoksa ölüm mü getirdi? Her biri ateş altında kalarak hasret kaldıkları barışın hayalini kurmaya başladı. Arap baharı ülkelerde diktatörler tek tek yerle bir edildi. Ancak geri kalan halk, daha çok sefalete, daha çok açlığa, daha çok güvensiz ortama, daha çok savaşın ateşli kollarına atıldı.

O topraklarda barıştan söz eden yok. O topraklarda barış kelimesi unutuldu.

Hani farklı kıtalardaki, ateş altında olan  farklı ülkelere, barış ve özgürlük gelecekti. Irak örneği her gün  karşımıza ibret gibi çıkıyor. 2003’te başlayan özgürlük rüzgarı bir türlü gelemedi. Deniz aşırı ülkeden gelecekti ya, gelemedi.   

Sonra Arap baharı rüzgar gibi esti, gök gibi gürledi. Her gürleme masumların canına mal olurken, silah tüccarları yeni anlaşmalar yaptı.

Sonuç koskocaman bir hiç ve barış adına koskocaman bir sıfır.

Umutlar 2022 kaldı.