DUYGU KARAHASANOĞLU


                        BİZ  Mİ  YILLARDAN, YILLAR MI BİZDEN ÇALDI

                        BİZ  Mİ  YILLARDAN, YILLAR MI BİZDEN ÇALDI


                        BİZ  Mİ  YILLARDAN, YILLAR MI BİZDEN ÇALDI

 

                     Vaktiyle büyük bir mağaranın önünden çocuğuyla birlikte geçen kadın, bir ses duyar. ‘içeri gir. En kıymetlini unutma. Kapı kapandığın da bir daha açılmayacak.’ Sağına soluna bakınan kadın, kimseyi göremez. Aynı ses tekrarlanır. Kadın, yine etrafına bakınır. Kimseyi göremez. Aynı ses bir kez daha tekrarlanınca  kadın, mağaraya girer. Ve gözlerine inanamaz. Pırlantalar, altınlar, elmaslar göz kamaştıracak şekildeydi. Sayısız mücevherler kadının aklını başından alır. Kucağındaki çocuğu kenara bırakıp, çantasını mücevherlerle doldurmaya başlar. O sırada, aynı ses; ‘ dışarı çıkarken, en kıymetlini unutma. Kapı kapandığında bir daha açılmayacak.’ Kadın, sese, aldırış etmeden mücevherleri almaya devam eder. Aynı ses; ‘son sekiz dakikan kaldı. En kıymetlini unutma. Kapı kapandığında bir daha açılmayacak.’

Kadın, kucağını, eteğini, çantasını iyice doldurur. Ve kapıdan çıkar.  O sırada, kapı kapanır. Çocuğunu içerde unuttuğunu anlayan kadın, kapıya gider. Fakat kapı açılmaz. Ağlar, bağırır, yalvarır, çırpınır. Kapı yine açılmaz.

                   İşte, hayatlar böyledir. Biz mi, yıllardan çalıyoruz yoksa yıllar mı bizden! Çoğu zaman bunun cevabını veremeyiz. Zaten cevabı versek de neyi değiştirebiliriz? Ne giden yılları, geri alabiliriz, ne de gelecek yılların planını yapabiliriz. Dünya malının dünyada kaldığı ne yazık ki, unutulur oldu. Hep bana, rep bana. Anlayışının modası hiç geçmiyor. Yatlar, katlar, kabarık banka hesaplarının her biri bu dünyada geçerlidir. Fakat insanların bir çoğu bunu anlamayacak kadar, aklını kiraya verdi.

Rant peşinde koşanların hepsi dünya kokanlardır. Gerçek manada düşünen ve aklını kullanan dünya malına ehemmiyet vermediği gibi kimsenin malını yemez. Buna her birey dahildir.

Yunus Emre, dergaha odun taşımakla görevli olduğu yıllarda, dergaha tek bir eğri odun getirmez. Her daim düz odun dergahın kapısından girer. Taptuk Emre, bir gün Yunus Emre’nin getirdiği odunları görür.  Hepsinin düz olduğunu fark ederek Yunus Emre’ye sorar; ‘ormanda eğri odun yok mu?’ Yunus Emre; ‘var, ancak sizin dergahınıza eğri odun yakışmaz.’ Taptuk Emre, ‘ah! Ah Yunus, onları da Allah yarattı. Ne kadar dünya kokuyorsun. Hemen kendini düzelt.’

                    Eğri ve düz odunlarda bile ayrımcılığı kabul etmeyen Taptuk Emre, düşüncesinde olunmadıkça, adil dünya düzenine erişilmez.