Fatma Karahasanoğlu


BİR AKŞAM MİSAFİRLİĞİ

  Çocukluk anıları deyince ruhumda farklı heyecanlara kapılıyorum.


                                                      BİR AKŞAM MİSAFİRLİĞİ 

 

                          Çocukluk anıları deyince ruhumda farklı heyecanlara kapılıyorum. Çocukluğumu oldukça güzel geçiren biri olarak her zaman şanslı olduğumu düşünürüm. 

Mahallemizde benle yaşıt bir çok arkadaşım vardı. Onlarla gezip oynamak en büyük zevklerimdendi. 

Annemle birlikte yaşlıları ziyaret etmekte zevklerim arasındaydı. 

                           Hiç unutmuyorum bir akşam annem; “bu akşam Kazım amcalara gideceğiz. Bir süre evine gitmedik. Biraz rahatsızmış.” Dedi. 

Ben havalara uçtum. Bu akşamda birine misafirliğe gideceğiz ve bize çay pasta bisküvi ikramında bulunacak. Oldukça heyecanlı bir o kadarda sevinçliydim.   

Kazım amca, seksene merdiven dayamış emekli bir öğretmendi. Hanımı  Fatma teyze ama mahallelinin dilinde adı  Fadaka’ydı. Çocukları yoktu. Ancak evlerindeki sıcaklık  birbaşkaydı. 

Akşam annemle birlikte evden çıktık. Evleri bizim evimize fazla uzak değidi. 

Tahta kapıyı annem birkaç kez eliyle vurdu. Fadaka’nın üst camdan başı, görünerek; “kim o?” sordu. Annem, “kapıyı aç, Fadaka ben geldim.”

Annemin sesini duyar duymaz Fadaka’nın başı camdan görünmez oldu. Merdivenden ayak sesleri gelmeye başladı. Çok geçmeden kapı gıcırdayarak açıldı. Fadaka, önce anneme sonra bana sarılarak, içeri buyur etti. Önden Fadaka, arkasından ben, benim arkamdan annem merdivenleri bir solukta  çıktık. 

Fadaka, seksene merdiven dayamıştı ama zayıf olduğundan merdivenleri birçırpıda çıktı. Annem,  şişman olduğundan biraz zorlandı. 

Geniş koridordan geçerek, buzlu camlı kapıdan odaya girdik. Yüzümüzü aşırı bir sıcaklık okşadı. Sobanın yanındaki koltukta Kazım amca bacak bacak üstüne atmış, elinde gazate okuyordu. Bizi görür görmez önce gazeteyi masaya bıraktıktan  sonra ayağa kalktı. 

Eski insanlardaki saygı ve sevgi bugünkü saygı ve sevgiye benzemiyordu.  

Annnem ve ben pencere önündeki divana oturduk. 

Kazım amca, hal hatırdan önce gazetede okuduğu haberleri bizimle paylaştı. Fadaka ince kadın sesiyle;  “biraz soluklan efendi, hal hatır sormadan, haber anlatıyorsun.” Dedi.

Kazım amca haklısın der gibi Fadaka’ya baktı, hal hatırımızı sordu. 

Sobanın üzerinde kaynayan ıhlamur çaydanlığı, masada duran bardaklar dikkatimi çekti. İki tabağa özenle yerleştirilmiş bisküviler de, dikkatimden kaçmadı. 

Bir müddet sonra Fadaka, çaydanlığı sobanın üzerinden alıp, bardakları doldurdu. Ben masaya biraza daha yanaşarak, bisküvi tabağına uzandım. 

Fadaka tabağı daha da önüme çekerek; “sen ye kızım, biz yaşlıyız. “ dedi. 

Biraz odanın sıcaklığı, biraz ıhlamur sıcaklığı derken alnımdan tomurcuk tomurcuk terler aktı. Annemde sürekli elindeki mendille kendi terlerini sidi.

Kazım amca öğretmenliğin vermiş olduğu alışkanlıkla durmadan konuşuyor, haber üstüne haber anlatıyordu. Fadaka’da araya girebildiği kadarıyla yaptığı günlük işlerden söz ediyordu. Hiç unutmadığım Fadaka’nın o sözleriydi. “bizim efendi, her gün ıspanak yiyecek. Hava soğuk, ıspanakları kesip yıkayana kadar ellerim donuyor. Alma diyorum ona alma. Ispanak kışın zor yapılyor. Ama beni dinleyen kim.”

Kazım amcanın, çayı yudumlarken bıraktığı boşluktan faydalanarak, serzenişte bulunan Fadaka’nın bu sözlerini her ıspanak yeyişimde  hatırlarım.