AKŞAM SOHBETLERİ (2)
Büyükbabamla akşam sohbetleri zevkli geçerdi. Sohbet sırasında yudumlanan çaylar, geceye bir başka tat katardı.
Geçmişin her sayfası büyükbabamla yaptığımız sohbete, bir başka güzellik katardı. Büyükbabam kendisinden söz ederken, gözleri nemlenir sesi bir başka çıkardı. Sanki anlattıklarını o an yeniden yaşıyor gibiydi.
Yine bir akşam sohbetinde, büyükbabam geçmişin sayfalarını aralayarak söze şöyle başlamıştı; “bu akşam, savaşın yarattığı korku ve bıraktığı acı izleri anlatayım. Babamı küçük yaşta kaybettiğimden, evin sorumluluğu anamdaydı. Ablam ve küçük kız kardeşim, anamın bir sözünü iki etmezdik. Fakirlik, yokluk bir aradaydı. Anam, gündüzleri tarlada çalışır, geceleri fırının başında ekmek yapardı.
Anam da, savaşın tüm izlerini görürdük. Mermi taşıdıktan sonra eve geldiğinde yüzünde ki yorgunluğu, hala hatırlarım.
Ah, kızım! Ah, Kızım! Şimdiki hayat çok lüküs. Köyümüze Rus askerleri girdiği haberi bizleri tedirgin etti. Ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bilemedik.
Anam çoğu geceyi fırın başında ekmek yaparak, uykusuz, geçirirdi.
Dokuz- on yaşlarındaydım. Köyümüzün düz bir yerine Rus askerleri karavan kurmuş, yemek pişiriyordu. Yanlarına usulca sokuldum. Bir Rus askeri; “gel Osmanlı çocuğu fesini çıkar, pilav vereyim.” Bir an tereddüt ettim. Öteye beriye bakındım. Yirmi beş- otuz askerin her birini inceledim. Rus askerinin kırık Türkçesi, tekrar kulaklarımda çınlayarak; “Osmanlı çocuğu fesini çıkar, pilav vereyim.” O anda kendime geldim. Yavaşça fesimi çıkartıp, Rus subayına uzattım. Pilavın sıcaklığını elimde tuttuğum festen hissediyordum. Usulca teşekkür edip, yanlarından ayrıldım.
Eve döndüğümde anamın sert sesi, beni olduğum yere adeta çiviledi. Nerede olduğumu, fesin içinde ne sakladığımı sordu. Kekeleyerek Rus askerinin pilav verdiğini söylediğimde; “evladım, onların yanına neden gittin? Aç kalmayasınız diye, fırını hiç söndürmüyorum. Sürekli aş pişiriyorum. Ne diye elin gavurunun yanına gititn? Söylesene?”
Anamın sesi bugün bile kulaklarımda çınlar.
Çocukluk, işte! Anam, ekip biçtiği tarlada, her türlü sebze yetiştirirdi. Üç evladını ele güne muhtaç etmemek için büyük fedakarlık gösterirdi.
Ah anam! Okumam için nelere katlanmadı ki! Elde avuçta yoktu ama anamın gayreti ve azmi vardı. Evimizin yanında akan küçük ırmak, adeta can damarımızdı. Hayvanları ırmakta içiren anam, tarlayı da, ırmağın suyuyla ıslatırdı. Gün açmadan buğday ve mısırı değirmende öğütmeye gider, biz uyanmadan eve dönmüş olurdu.
Tahta sofra üzerinde sıcak pide ve tereyağı her sabah muntazaman hazırlanırdı.
Anam fedakardı, korkusuzdu, bir o kadar cesurdu. Beni öğretmen okuluna kayıt etme karşılığında amcamın ineklerini bakmayı üstlenmişti.
Ah, kızım! O yıllar… o yıllar, zor ve yokluk yıllarıydı!..
Bu akşamda beni yordunuz çocuklar.” Dedikten sonra odasına gitmek için ayağa kalktı.
Büyükbabam, geçmişini anlatırken, her zaman ağlardı.