Fatma Karahasanoğlu


HAYAT

Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı.


         

                                        HAYAT

              Bir zamanlar efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi. 
Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yep yeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu. 
Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve ?Ben işimi tam görüyorum? diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi: 
-Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum. 
?Niye ki? diye sordu sucu. 
?Neden utanıyorsun? 
?İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun. 
Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi: 
-Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen. 
Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü ve bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Sucu kovaya şöyle dedi: 
-Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını fark etmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. İki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Senin sayende, efendimin odası böylesine güzelleşti..

                         Fars hükümdarlarından Dârâ, bir av esnasında askerlerinden bir hayli uzaklaşmıştı. At çobanlarından biri koşa koşa kendisine yaklaşmaya başladı. O anda padişah kendi kendine düşündü:
?´ Bu adam, bir düşman olmalı, hemen bir okla haklayayım! ?´Dârâ´nın yayını kurduğunu gören çoban, korkuyla haykırdı:´´ Ben sultanımın atlarını besleyip büyüten, onları yetiştiren çobanım. Düşman değilim, beni öldürmeyin! ?´ çobanın bağırması üzerine hükümdar kendine geldi: ?´ kafasız çoban, ölümden döndün! Sana mutlaka melekler yardım etti. ?´ Çoban şöyle cevap verdi: ?´ Bir hükümdarın dostunu düşmanından ayır edememesi, o hükümdar için beğenilecek bir durum değildir. Siz beni kaç kere huzurunuzda görmüş; atlardan ve otlaklardan sormuştunuz. Şimdi yanınıza saygılarımı arz etmek için yaklaşıyordum ki, beni düşmandan fak edemediniz. Halbuki ben çoban kulunuz, istenilen bir atı, yüz bin atın içinden bile derhal bulup çıkarırım. Demek ki çobanlığım akıl ve fikirledir. Siz de benim gibi olunuz ve sürünüzü muhafaza ediniz! Dârâ, çobanı dinledikten sonra onu ödüllendirdi ve ?´ Bu öğüdü insan kalbine yazmalı´´ dedi.